12 Eylül öncesinde bile, o siyasi cinayetlerin birbiri ardına işlendiği, kardeş kanlarının döküldüğü ortamda bile siyasi bir nezaket vardı.
Kimse kimseye hakaret etmez, hiç kimse rakibini aşağılayıcı sözler söylemezdi.
Çünkü o dönemin siyasileri, ağızlarından çıkacak yanlış bir sözün veya bir tavırlarının, tabanlarında oluşturacağı kin ve nefrete bağlı olası davranışların neye mal olacağını bilirler, öyle davranırlardı.
Vatandaş hakaret düzeyince bir eleştiri yapsa dahi ne lider ne de partilisi bunun peşine düşmez. Görmezden duymazdan gelinirdi ki zaten gergin olan ortam daha fazla gerilmesin.
Sonradan bozulduk...
Bozulmamızın yüzlerce emaresi vardı ama ben bir tanesini hatırlatayım.
Trabzon’da toplu Açılış töreni yapılıyor. Küçük bir çocuk Erdoğan’a sesleniyor. Erdoğan, “Şu çocuğu alın” diye talimat veriyor.
Küçük çocuk sahneye alındıktan bir süre sonra ‘Bay Kemal’ içerikli cümleler kuruyor.
O an çocuktaki cevheri keşfediyorlar ki Erdoğan omuzuna dokunarak “al bununla söyle” diyor.
Mikrofonu eline almasını ve bu sözlerin canlı yayında tüm ekranlara yansımasını istiyor.
Çocuk Erdoğan’ın elindeki mikrofonu kapıyor; “Arkadaşlar bu Bay Kemal, Cumhurbaşkanı amcamın karşısında kim? O adam hain, hain. Burada adam, en iyi adam. Ona oyunuzu verin. En büyük” diyerek AKP’ye oy verilmesini istiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yanında bulunan bakanlar, keyif içinde gülüyor.
O zaman da yazmış ve sormuştum;
Tersini düşünün. Muhalefet partilerinden birisinin sahnesine bir çocuk çıkarılsa ve bu çocuk AKP Genel Başkanı’na saydırsaydı ne olurdu?
Kıyamet kopardı değil mi, kıyamet…
Ama…
İktidar partisi Genel Başkanı küçük bir çocuğu çıkarıp propagandasına alet edince hiçbiri olmadı.
Bu, sonradan ne olduğumuzun, nereye geldiğimizin göstergesiydi.
Bir örnek de ‘biz böyle değildik’ anlamında vereyim;
Resmi de var ama yerim dar, dileyen internetten bulabilir.
Demirel seçim gezisindeyken kalabalığın önünde elinde Ecevit’in resmi olan bir çocuk görüyor. Çağırıyor yanına, konuşuyor. Çocuk Ecevit’e selam göndermek istiyor. Alıyor seçim otobüsünün üstüne çıkarıyor, poz veriyorlar.
Hadi şimdi, günümüze gelelim ve soralım; İktidar partisinin bir mitinginde, yaşı fark etmez birinin, elinde muhalif bir liderin posteri ile o kalabalığın içine girdiğini düşünün…
Bu vatandaşın kürsüye alınmasını da geçin, oradan sağ çıkma ihtimali var mı?
İşte gediğimiz nokta, maalesef bu…
Bir örnek daha; Yıl 1979, Demirel başbakan…
Manavgat’ta bir vatandaş, kahvehanede Demirel’e sövüp sayıyor. Ortamdaki DYP seçmenleri şikayet edince vatandaş tutuklanıyor.
Demirel’in haberi bile yok. Durumu, Avukatı Yaşar Topçu; “Vatandaşın biri kahvehanede size hakarette bulunmuş, galiz sözler söylemiş. Vatandaşı tutuklamışlar. Mahkeme şikâyetçi misiniz diye soruyor” deyince öğreniyor.
Demirel ne diyor peki?
“Bu hâkim ve savcı arkadaşlar bazen kantarın topuzunu kaçırıyorlar. Başbakana hakaret etti diye bir vatandaş tutuklanır mı yahu? Kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, canını sıkmışız bize galiz küfürler etmiş. Git ve o vatandaşı hapisten çıkar.”
Hadi bir örnek daha…
Levent Kırca’nın ağzından dinleyelim;
“Demirel Başbakan. ‘Gereği Düşünüldü’ isimli bir müzikal oynuyoruz. Kar yağdı, çadır çöktü. Oyunlar durdu. Çadırı onarıp yeniden başlamam lazım. Ancak para gerekiyor.
Kredileri de bankalar bu kadar kolay vermiyor. Hatta hiç vermiyor.
Demirel'den randevu alıp bir bankadan kredi çekme konusunda yardım istedim.
‘Kredi çekersen ezilirsin, üzülürsün. Müsaade edersen bu parayı sana ben ödeyeyim. Geri vermene de gerek yok’ dedi.
Dedim ki, ‘Eğer darılmazsanız ben bu parayı sizden alamam. Ben sizinle aynı görüşte değilim. Üstelik böyle bir para, sizi eleştirmeme mani olur.’
Güldü… ‘Bugüne kadar oynadın. Yerin dibine soktun beni, sana mani mi olduk? Al parayı git gene oyna’ dedi.
Daha sonraki yıllarda, eşi Nazmiye Hanım'la gelip, bizzat onu eleştirdiğim oyunlarımı kahkahalar atarak izledi. Açtığım tiyatroların açılışlarını yapıp, kurdelelerini kesti.
Farklı bir hoşgörüye sahipti.”
Bugün o hoşgörü yok.
Yok ki Dilruba kızımız, iktidara hakaret ettiği gerekçesiyle apar topar tutuklanıp hapse tıkıldı.
Konuşmasının içeriğinde suç unsuru olmadığı için tutuklanmamalıydı. Konuşmasının içeriğinde suç unsuru varsa da kalbi delik bu kızımız, sağlık nedenleriyle tutuksuz yargılanmalıydı.
Evet, dediğim gibi; Biz, böyle değildik. Sonradan olduk.
Mutlu musunuz?
Biz böyle değildik sonradan olduk!
Erol Afşar
Bu içeriğe tepkiniz
Yorumlar