‘Öğretilmiş Çaresizlik’ konulu yazımızı olumlu bulduğunu bildiren bir okurumuz beyin yıkama ve kolektif şuur tahribatı konusunda güzel bir örnek göndermiş, yayınlanması ricasıyla…
Stanford Üniversitesi’nin genç profesörlerinden Philip Zimbardo, 1971 yılının ilkbaharında yerel gazeteye şöyle bir ilan veriyor: ‘Cezaevinde yaşamla ilgili bir psikoloji deneyi için erkek öğrenciler aranıyor.”
Denek olmak için başvuran 70’i aşkın öğrenci arasından en olgunlarını seçen Prof. Zimbardo, yazı tura atarak 10 gardiyan ve 11 mahkumu belirliyor. Sonra deney, realiteye iyice uygun olsun diye dekoru hazırlıyor.
Hücre olarak kullanılacak laboratuar bölmelerinin kapılarına demir parmaklıklar, koridorlara kameralar ve gardiyanların emirlerini iletmek üzere hoparlörler yerleştiriliyor. Üniforma, düdük, aynalı gözlük ve lastik copla donatılmış gardiyanlar olay yerine intikal ettikten sonra, kampus polisi 11 öğrenciyi haneye tecavüz ve gasp şüphesiyle tutukluyor. Sirenler çalıyor, öğrenciler kelepçeleniyor ve gözleri bağlanıyor. Cezaevinde çırılçıplak soyuluyor, bit ve pirelere karşı ilaçlanıyorlar. Birer beyaz önlükten ibaret mahkum kıyafeti giydiriliyor, ayaklarına zincir vuruluyor.
Sonra kurallar açıklanıyor: Yemek esnasında ve ışıklar söndükten sonra konuşmak yasaktır. Mahkumlar birbirine kimlik numaralarıyla hitap edecektir. Gardiyanlar, mahkumları istedikleri saatte sayım için toplayabilirler vs.
Prof. Zimbardo bu deneyle, gardiyanların iktidarındaki hapishanede iyice güçsüz, bağımlı ve umutsuz hale getirilen mahkumların, özgürlük ve mahremiyetlerini nasıl kaybettiklerini gözlemlemeyi amaçlıyor.
Ancak daha deneyin ikinci gününde gardiyanlar mahkumlara eziyet etmeye başlayınca isyan patlak veriyor. Çıplak elleriyle tuvalet temizletilen, fuzuli işler verilen mahkumlar bir araya toplanıp giysilerindeki numaraları yırtınca, gardiyanlar yangın söndürücülerle ayaklanmayı bastırıyor. Sonra elebaşılar hücreye kapatılıyor, isyana katılmayanlara ise daha iyi yemek veriliyor. Böylelikle mahkumlar arasında bir güvensizlik iklimi oluşuyor, grup mantığını yitiriyorlar.
Realiteyle oyun öylesine birbirine karışıyor ki, deneyden kurtulamayacağını zanneden mahkumlar kaçış planları yapmaya başlıyorlar. İktidarın büyüsüne kapılan bir gardiyanın durumu gammazlaması üzerine Prof. Zimbardo ciddi ciddi polise başvuruyor ve mahkumların kentteki eski cezaevine transferini istiyor. Polis tabii ki reddediyor. Zimbardo deney sonrasında kaleme aldığı notlarda cezaevleri arasında işbirliği yapılmamasını eleştiriyor. Bu notlar profesörün de mahkum ve gardiyanlar gibi kontrolden çıktığını ve artık bir cezaevi müdürü haline geldiğini gösteriyor.
Sonra veliler görüş gününde çocuklarının perişan haline tanık olunca daha iyi cezaevi koşulları için profesörden ricacı oluyorlar. Prof. Zimbardo’nun mahkumlara yardımcı olması için getirdiği katolik rahip ise cezaevinden kurtulmaları için çocuklara avukat tutmalarını tavsiye ediyor. Öğrenciler istedikleri an serbest kalabileceği halde, velilerden biri oğlunu kurtarmak için avukat tutuyor. Avukat, ihtiyati tedbir kararı aldırtıp bir hafta sonra yeniden geleceğini söylüyor.
O andan itibaren deneye bulaşan herkesin, rolünün nerede bitip gerçek kimliğinin nerede başladığını artık iyice karıştırdığı anlaşılıyor.
Deneyin beşinci gününde Zimbardo’nun kız arkadaşı olan psikolog Christina, cezaevini ziyaret ediyor ve film orada kopuyor. Mahkumlarla mülakat yapmaya gelen Maslach, gözetleme kameralarından ekrana yansıyan görüntüler karşısında dehşete düşüyor. Mahkumlar, birbirlerine ayaklarından zincirle bağlanmış ve kafalarına kesekağıdı geçirilmiş halde tuvalete götürülürken, gardiyanlar okkayla küfür savuruyor. Midesi bulanan psikolog, erkek arkadaşının ‘Deneyi nasıl buldun?’ sorusu üzerine ‘Sen bu genç insanlara nasıl böyle davranırsın’ diye patlıyor. Önce küsüyor ama iki sevgili bir yıl sonra evleniyor.
Prof. Zimbardo, deney bitiminde şunları yazıyor; ‘Bir insanın giriştiği her eylem, ne kadar korkunç olursa olsun, belirli bir durumun yarattığı baskı altında hepimiz tarafından gerçekleştirilebilir.’