On iki kasım da yayınlanmasını arzu ettiğim bu paylaşımım of günüm olduğu için bu güne kaldı. DÜN de Irak- İran sınırında meydana gelen 7.3 şiddetinde ki , doğu ve güneydoğu illerimizde de hissedilen bu depremle, depremin bizim gerçeğimiz olduğunu , bu gün de olsa yerinde bir paylaşım olacağını düşündüm. Deprem şehitlerimizi unutmadığımızı dile getirmek istedim. Unutmadık…unutmayacağız diyerek.
17 Ağustos. 1999 Depreminden tam tamına 87 gün sonra…
12.kasım 1999’ da henüz 17 ağustos depreminin yaraları kanarken , bir deprem daha meydana geldi. Saat:18.57- Depremin merkez üssü Düzce’ydi... Üç ay sonra yeniden, 30 saniye süren bir sarsıntıyla, bir kez daha yandık, bir kez daha yıkıldık. Resmi kayıtlara göre 710 kişi hayatını kaybetti,3000 e yakın kişi yaralandı. Binlerce kişi evsiz kaldı. Üç ay içerisinde 30 ila 45 saniye arasında yüzyılın felaketi yaşandı. Gün aydınlandı, yine sabah oldu belki ama on yedi ağustosta olduğu gibi kararan hayatları çıkardı ortaya, sonrasında güneş doğdu defalarca her gün yeniden ama ışık olamadı ne yazık ki o yaşamlara. Avucumuzdan kayıp giden hayatları geri getiremedi bize, aydınlatamadı da, o yuvaları ısıtamadı da bir daha. Geçen 17 kocaman yıldan sonra ,o yıllar bu felaketin izlerini şehirlerden silse de, zaman dediğimiz şey sarsa da yaralarımızı, acıların izlerini silemedi ve ne yazık ki her 17 ağustosla, her 12 kasımla o yaralar yeniden açıldı, kanadı ve hala da kanıyor işte… Her onyedi ağustosta, her on iki kasımda, tıpkı ilk gün ki sarsıntıyı ve o acının şiddetini yaşıyor o insanlar. Görünen o ki ateş düştüğü yeri yakıyor ve hayat diğerleri için rutininde devam ediyor.
VE YARIN…
Pembe bir bisiklet, bir hafta önce almışlar ona…Defalarca vitrinindeyken baktığı, keşke benim olsa dediği, çok istediği o bisiklet sonunda onun olmuş. Tüm gün kendisi ve oyun arkadaşları, bisikletin üzerinde onu sürebiliyor olmanın hazzıyla, upuzun keyiflerince bir gün geçirmişler. Ta ki yorgunluktan bitap düşüp, akşam olduğunu fark edene kadar da inmemişler bisikletin üzerinden .SONRA MI ….Gün bitiminde, yeni ve pembe bisiklet bahçe de güzel bir köşeye bırakılmış ,yarın sabah erkenden yine binilecekmiş ya nasıl olsa…
Arkadaşlarıyla birlikte evcilik oynadığı bebekleri de öyle, onlarda bir gece dışarıda kalabilirlermiş, apartmanın bahçesinde, evcilik oynarken çimenlere serdikleri kilimleriyle beraber, bebeklerini de bahçenin bir köşesine saklamışlar.
Evde, kullanması için yeni alınmış renkli bir diş fırçası vermiş annesi küçük kızına, pek güzel bulup kullanmaya kıyamadığı için, banyo dolabına saklamış .Doğum günün de ona hediye gelen bir kıyafet de öyle, yeni alınmış dantelli çoraplarıyla birlikte kaldırılmış o küçük kız tarafından,yarın yarından sonra, en uygun yerde giyilmek üzere saklanmış yine…
Akşam eve geldiğinde al almış yanakları. Yakıcı ağustos güneşinin ve de gün boyu oradan oraya koşturmanın etkisiyle belki de. Birazda terden parlayan o simsiyah saçlarıyla, uzun keyifli bir duş yapmış. Ardından, sıra yine çok sevdiği o saatlere gelmiş.İşte televizyonda en sevdiği ,o Türk filmi başlamış. Hülya Koçyiğit ve kızı Gülşah’ın, filmde de gerçek hayatta ki gibi anne kız oldukları o Yeşilçam filmi eşliğinde, küçük kız annesinin dizinde yatarak geçireceği huzurlu saatlere geçmiş artık.Film izlerken, her zaman olduğu gibi, anneye art arda sorulan sorulara gelmiş sıra…
-yarın benimde saçlarımı böyle örelim mi anne?
-bu üzüm çok güzelmiş yarın bahçede arkadaşlarımla da yer miyiz, kirazda verirsin, hem biz küpe de yaparız kirazdan, dimi anne?
-bebeğimin elbisesi eskimiş, anneanneme söyler misin yarın bebeğime elbise diksin…
-bizde yarın seninle takım takım giyinelim mi anne?
-biz ne zaman yeni evimize taşınacağız anne?
-yarın gidip bakalım mı evimize anne?
-biz uyuyana kadar yanımızda atari oynar mısın anne?
-olmadı başaramadık, oyun başa döndü yine, yarın bu bölümü geçeriz dimi anne?
-meyve suyu bitmiş, sonunu kardeşime mi verdin yine?
O yanaklara, bir kez de alnına kondurulan son öpücükle geçilecekmiş şimdi uykuya. Yarın, evet yarın çok iş varmış daha kurulacak bir sürü hayal, gerçekleştirecek bir çok düş varmış.
-ışığı kapatma anne, kardeşim korkuyor karanlıktan, hem karanlıkta uyuyunca renksiz oluyor rüyalarım.
-beni bir kere daha öp anne, saçlarım güzel kokuyor mu hadi söyle…
17 ağustos 1999 da Böyle bitmiş o gece…Ve yarın olmamış.
BAZEN YARIN OLMAZ
Bir akşamüstü, ya da bir gece yarısı böyle durdu saatler. Hayat durdu. Kızının saçlarının kokusu burnunda, sesi kulağında yıllarda geçse aynı kaldı her şey… Öylece aynı işte. Bazı evlerde yarın olmaz. Yarın olmayan o evlerde gece ışıklar kapatılmaz, uzun vadeli planlarda yapılmaz. Kucağında bebekleri, ayağında en sevdiği terlikleriyle etrafına mutluluk saçan O kız çocuğunun annesine soruları da olmaz, o bahçede bisikletlerine binen çocuklarda görülmez bir daha.
17 ağustosta, 12 kasım da olduğu gibi,bazen yarın olmaz bizim buralarda. Enkazın arasında boş bir meyve suyu kutusu , beton yığınlarının altında kalmış pembe bir bisiklet, belki eşi olmayan bir ayakkabı , gerçekleştirilememiş düşler, bir daha hiç kurulmayacak hayaller , yarım yarım hayatlar kalır geriye…ve bizim buralarda ne yazık ki bazen yarın olmaz.