“Türkiye’miz, Dünyadaki tarım ülkeleri arasında dördüncü sırada.” Bu sözlerle ilk tanışmam ilkokul sıralarındayken olmuştu…

“Yerli Tohum Ülkemizin Milli Konuları” arasında ilk sıralarda, bunu sakın unutmayın çocuklar! demişti ilkokul öğretmenimiz Nermin Kabaoğlu…

O gün de öğretmenimiz “Hayat Bilgisi” dersiyle güne başlamıştı. Ardından Türkçe, Matematik ve El işi derslerinin geleceğini söylemişti. Hayat Bilgisi dersimizin konusuydu “Yerli Tohum”. Hemen aklıma annemle yaptığım bir şey gelmişti. Pamuk içerisinde fasulye çimlendirmiştik bir süre önce… 

Heyecanla öğretmenimin anlatacaklarını dinlemeye başlamıştım… Bana neler anlatacak, bilgi dağarcığıma neler katacaktı kim bilir? sorusuyla yazımı sonlandırmıştım.

Sevgili öğretmeniniz Nermin Kabaoğlu: “Çocuklarım, bugünkü Hayat Bilgisi dersimizde fasulye yetiştireceğiz. Bu işlemi hem sınıfta hem de bahçede yapacağız.” diyerek derse başlamıştı.

Sınıfta, pamuk içerisinde fasulye çimlendirme, yetiştirme deneyini bizler öğretmenlerimizin yanı sıra birçok büyüğümüzle ilkokul sıralarında iken belki sınıflarımızda belki de evlerimizde ödev olarak yapmışızdır.

Deney için gerekli olan malzemelerin bir araya getirilmesi yani bir diğer deyişle temin edilmesi gerekiyordu. Bunu yaparken de arkadaşlar arası yardımlaşmanın ön planda olmasına önem verilmeliydi. Öğretmenimiz malzemeleri birer birer saymaya başlamıştı: “1 adet kap, bir parça pamuk, bir avuç (birkaç adet) fasulye ve biraz da suya ihtiyacımız olacak…”

… Öğretmenimiz, sıra arkadaşım ve aynı zamanda ablamın oğlu olan Ahmet Aslışen’i yanına çağırdı ve 2,5 lira verdi. “Ahmet, şimdi doğru bakkal Mehmet amcaya gidiyorsun ve ondan bir küçük poşet pamuk, bir adet plastik kap ve 5-10 adet fasulye tohumu alıp geliyorsun” dedi. Bunu duyunca kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Bakkal Mehmet amca, babamdı… İsmini her duyduğumda kalbimin hızla çarpmasına engel olamadığım babam…  Öğretmenimizin isteğini yerine getirmek için sınıftan çıkan Ahmet, soluğu okulun hemen yanı başındaki küçük bakkal dükkanında ve dükkânı işleten dedesi Mehmet Amca’nın yanında almıştı.

Ahmet, bakkaldan dönene kadar öğretmenimiz tohumların çimlenmesiyle ilgili bilgiler vermiş, en iyi çimlenmenin gerçekleştirilmesi ve iyi bir tarımın yapılabilmesi için yerli tohumun çok önemli olduğunu vurgulamıştı. Yerli tohumlardan elde edilen kaliteli mahsul sayesinde “Türkiye’miz, Dünyadaki tarım ülkeleri arasında dördüncü sırada” diyerek, “Yerli Tohum Ülkemizin Milli Konuları” arasında ilk sıralarda, bunu sakın unutmayın çocuklar ifadeleriyle sözlerini sonlandırmıştı…

Zilin çalmasına birkaç dakika kala, öğretmenimiz, “Çocuklar bizler iki farklı yerde tohum ekimi yapağız. Sınıfta pamuğun içinde fasulye çimlendireceğiz, okulun arka bahçesinde ise fasulye tohumlarını toprağa ekeceğiz.” derken sınıfın kapısı çalınmıştı. Ahmet, sapını işaret parmağına geçirdiği plastik kabın içinde bir küçük poşet pamuk ve iki adet kese kâğıdı ile içeri girmişti. Öğretmenimiz, “hayrola oğlum! Elindekiler ne öyle? Ben o kadar çok şey istememiştim” diyerek şaşkınlıkla gelecek cevabı dinlemeye başlamıştı. Ahmet, “Öğretmenim dedem size bir pamuk, bir adet plastik kap, 2 kilo fasulye ve 29 adet kurabiye gönderdi” diye cevap vermişti. “2,5 Lira ile bu kadar çok şeyi nasıl aldın Ahmet?” dediği anda birinci dersin bitiş zili çalmış, Ahmet derin bir nefes almıştı…

Öğretmenimiz Ahmet’e “İkinci derse başlamadan önce bu işi tek tek açıklarsın değil mi?” demiş, bizlere de “iyi teneffüsler çocuklarım” diyerek öğretmenler odasının yolunu tutmuştu…

Ben ve arkadaşlarım teneffüse çıkmamıştık. Ahmet’e, o kadar çok kurabiyeyi nasıl aldığını ve ne yapacağını sormuş, heyecanla cevap vermesini beklemiştik ancak “Öğretmenimize zaten birazdan anlatacağım. O zaman merakınızı giderirsiniz. Biraz beklemeyi öğrenin bakalım” cevabıyla karşılaşmıştık…

İkinci dersin giriş zili çalmış, öğretmenimiz derse girmiş, Ahmet’i çoktan tahtaya çağırmıştı. Öğretmenimiz “Nerede kalmıştık çocuklarım?” diye sorduğunda, hep bir ağızdan “Ahmet ve 2,5 Lira’da kalmıştık öğretmenim” diye cevap vermiştik.

Öğretmenimiz, “Aaaa…. Evet Ahmet seni dinliyoruz” diyerek Ahmet’e konuyu açıklaması için söz vermişti. “Öğretmenim bana verdiğiniz 2.5 Lirayı aldıktan sonra doğruca bakkala gittim. Bakkal Mehmet Amca’ya yani dedeme sizin selamınızla birlikte isteklerinizi söyledim. Dedem, sizin istediklerinizi hazırladıktan sonra “Öğretmenine selamımı söyle, bu paranın üstünü de al cebine koy, sakın düşürme” dedi ve ekledi; “Dedem sadece pamuğun ve plastik kabın parasını aldı. İki kilo fasulye gönderdi size ve dedi ki: Birkaç tanesini deney için kullanır, geri kalanını eve götürüp yemek yapar öğretmen hanım. Kurabiyeleri de hep birlikte paylaşır yersiniz.”

Öğretmenimiz; sınıf mevcudumuzun kaç olduğunu kim söyleyecek diye sorduğu anda arkadaşımız Resul Kulaber, “mevcudumuz 14 öğretmenim” diye cevap verince öğretmenimiz tekrar Ahmet’e dönerek; “Geri kalan kurabiyelerden 1 tanesini öğretmeniniz olarak ben aldım. Peki diğer

kalanları kimlere vereceğiz? Okuldaki öğrencilere vermeye kalkışsak mevcudumuz çok fazla. Bakkal Mehmet Amca geri kalan kurabiyeleri kimlere vermeni istedi söyler misin Ahmet?” diye sormuştu.

“Öğretmenim matematiğim çok iyi olmayabilir. Ancak kulaklarım çok iyi duyar. Dedemin söylediklerini harfi harfine aktarıyorum; “Torunum kurabiyelerin bir tanesini öğretmenine, 14 tanesini de sınıf arkadaşlarına verirsin. Geri kalan 14 tanesini de geçtiğimiz hafta kutladığımız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız için hediyem olarak kabul edin olur mu?

Öğretmenimiz, duygu yüklü bir sesle Ahmet’e “Çok teşekkür ederim. Yerine oturabilirsin oğlum” demiş ve eklemişti; “Çocuklar bakkal Mehmet amcaya hem kendi adıma hem de sizin adınıza teşekkür edeceğim. Siz de okul paydosunda bakkalın önünden geçerken seslenip, teşekkür ederseniz hem Mehmet amcayı hem de beni memnun etmiş olursunuz.”

Haftaya görüşmek umuduyla, esen kalın…

*

Geçen hafta yazmış olduğum “Bu kadar da olmaz!” başlıklı yazımla ilgili, sosyal medya hesaplarıma mesaj yoluyla çok sayıda kişi tarafından gönderilmiş. Çoğusu sahte hesap olduğunu düşündüğüm adreslerden gelen mesajların içerikleri farklı gözükse de kullanılan kelimelere ve kurulan cümlelere bakılırsa; tek elden yazılmışa benziyor… Mesaj gönderen/lere; “sizin seviyenize inmeyeceğim. Kayda değer bir bilgi ve belgeniz varsa, gazetemizin kapıları sonuna kadar açıktır…”

Geçen hafta yazmış olduğum “Bu kadar da olmaz” başlıklı yazımla ilgili, kayda değer gelişmeler oldukça, değerli okuyucularımla paylaşacağım…