Gittiğini masanın altını süpürürken eskiden oturduğun yerde ekmek kırıntısı olmamasından anlıyorum. Eskiden olurdu... Ekmek yemeği çok severdin. Daha doğrusu eline ekmeği alıp çocuk gibi kemirip  tutardın. Bunun sonucunda da masanın altında hep kırıntı olurdu. Masanın altını her süpürüşümde canım çıkardı o kırıntıları temizlemek için. Artık o kırıntılar yok, tıpkı senin olmadığın gibi.

   Yokluğunun ilk zamanlarında kendimi eve kapatmıştım. Sadece eve değil insanlardan, hayattan hatta en sevdiğim sokak hayvanlarından bile kendimi çekmiş uzaklaştırmıştım. Adına depresyon ya da başka bir şey denilen olgunun kollarının içindeydim. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Yemek bile yemediğim günler oldu. Sadece su içip yaşadım. Bu şekilde yaşayıp ne kadar zaman geçtiğini bile bilmiyorum. Bir gün telefonum çaldı ve arayan sendin. Görüşelim dedin. Sanki o depresyona girmiş hayata küsmüş kişi ben değilmişim gibi daha telefonu kapatmadan seninle buluşmak için hazırlanmaya başladım. Buluştuk. Ben hâlâ hayran hayran sana bakıyordum. Ağzından bizimle ilgili çıkacak güzel bir söz bekliyordum. Belki bir barışma kelimesi belki de özledim gibi kelimeler... Görüşmeyeli ne kadar oldu diye sordun. Ben ise sana bir yıl dört ay birkaç gün diyerek cevap verdim. Aslında bu cevabımla da kendimi ele vermiş oldum. Herhalde seni ne kadar özlediğimi anlamışsındır. Anlamışsındır değil mi? O kadar da saf olamazsın. Anlamamıştın...

   O görüşmemizden sonra birkaç gün daha depresyonla olan kol kola hayatıma devam ettim ve sonunda çok sıkıldığımı fark ettim. Seni özlemekten ve seni sevmekten sıkılmamıştım. Sadece evde oturmak bir şey yapmamak artık beni yormaya  başlamıştı. İnsanların ‘’normal’’ dediği o hayata geri dönmeliydim. En azından fiziksel olarak kendimi göstermeliydim. İçimde kopan fırtınaları belki bu şekilde görmezden gelebilirdim. Hayata adapte olmak için diğer insanların yaptığı şeyleri yaptım. Gezdim, güldüm, içtim, düştüm, kalktım, bu ve bunun gibi bir sürü şey.. Bu eylemlerimin hiçbiri sensizliği unutturamadı bana. Sensizlik, kıyılarıma rüzgârın etkisiyle var gücüyle çarpıyor ve kıyılarımı yontuyordu. Toprak kaybediyordum. Aslında kendimden parçalar kaybediyordum o toprağın arasında. Ben daha önceden bilmezdim dalgaların bu kadar güçlü olduğunu. Şimdi daha iyi ve hissederek anlıyorum.

  Bütün bunları yaşarken sadece seni kaybetmediğimi anladım. Aslında bende kendimden bir çok şeyi kaybettim. Örneğin kendime olan güveni kaybettim. Eskiden yolda gerile gerile yürüyen ben artık dışarı çıktğımda ilk defa insan ırkı ile karşılaşan bir hayvan gibi çekingen ve başı önde yürüyorum. Kendimden emin değilim. Artık ne yapacağımı bilemiyorum. Eskiden planlı, düzenli bir hayatım vardı. Senden sonra o plan bozuldu ve her şey bir yere dağıldı. Toplamadım, toplayamadım ya da toplamak istemedim. Eskiden her şeyin dağınık kalmasına karşı olan ben artık o her şeyi dağınık bırakıp üstüne arkasından kapıyı kapattım sanki hiç açmayacakmışcasına. İşte sensizlik, seni özlemek benim için böyledi. Acaba şimdi sen nasılsındır? Hani o buluştuğumuz, seni ne kadardır görmediğim zamanı yıl, gün, saat olarak söylediğim gün seni arkadaş olarak görmek istiyorum, düğünüme beklerim demiştin. O gün ben sana anlamadın demiştim ama aslında saf olan ve anlamayan benmişim. Sadece anlamayan değil. Kaybeden ve özleyen.