Yürüyüş olsun diye otobüse binmemişti bugün. İşten çıkmadan önce camdan dışarı bakmıştı. Hava kapalıydı ama yağmur yağmıyordu. Ne zamanki dışarıya adımını attı sanki yer gök yarıldı. Çok şiddetli bir yağmur başladı. Bir apartmanın altında yağmurun azalmasını bekledi. Sonrasında da yürümekten vazgeçip otobüs durağına koşarak gitti. Otobüsü beklemeye başladı. Yağmur yağdığı için otobüs durağı hınca hınç kalabalıktı. Bir müddet sonra otobüs geldi. Otobüs o kadar kalabalık geldi ki; kapılarını bile açamadan yoluna devam etti. Bu şehirde yağmur yağdığında herkes kendini dışarıya atıyordu. Her yer kalabalık oluyor, trafik felç, toplu taşıma araçlarında ise görülmemiş bir yoğunluk oluyordu.

   Durakta durmanın bir faydası olmayacağını düşündü. İşten çıkıp verdiği kararı yerine getirmeye başladı. Evine doğru yürüdü. Yağmurun ıslattığı sokaklarda elleri cebinde bazen büyük bazen de ufak adımlarla yürüdü. Belirli bir süre sonra ne kadar ıslandığının farkında bile değildi. İnsan ıslandıkça yağmura daha da alışıyordu. Evinin bulunduğu sokağa geldiğinde önce kasabın önünden geçti. Kasap dükkânı arkasında kaldığında kasap dükkândan fırladı ve ‘’Hop, bir selam sabah yok mu? Borcunu ödedin diye unuttun mu bizi?’’ diye bir sitem etti. O da kasaba selam verdi. Borcunu ödemenin rahatlığıyla omuzlarını geriye atarak evine doğru yürümeye devam etti. Yıllardır burada oturuyordu ve ilk defa kasaba borcu yoktu. Bu düşünce onu çok mutlu ediyordu derken bu sefer bakkalın önünden geçti. Tam geçerken bakkal dışarı çıktı. ‘’Kasaba borcunu ödemişsin darısı bizim başımıza!’’ diyerek onu uyardı. O da kafasıyla bir selam verip yoluna devam etti. Kasaba borcu yoktu ama bakkala borcu vardı. Zaten bir borcu bitirse diğeri başlıyordu. Borçsuz olmak imkânsız hale gelmişti.

   Evin önüne geldiğinde bu sefer üst katında oturan ev sahibi camdan sarkarak ona söylenmeye başladı. ‘’Bu ay kira yine eksik yattı. Geri kalanını ne zaman ödeyeceksin? Çıkmaz ayın son perşembesi uygun olur mu? Genç adamsın, yazık. Ben senin yaşındayken neler yapıyordum… Neyse zaten senden bir şey bekleyende kabahat. Kusura bakma ama sen sadece yaşayan bir organizmasın. Beceriksiz, kirasını ve borçlarını ödeyemeyen bir organizma. İnsanlık böyle değil. Ancak ye, iç, yat. Ah bizim zamanımızda böyle miydi?’’ diye cümlesine ve kelimelerine devam ederken. O, ıslak cebinden anahtarı çıkardı ve apartmana girdi. Merdivenleri yavaş yavaş çıktı. Sırılsıklam olmuştu. Eve girmeden kapının önünde üstünü, başını, çoraplarını çıkardı ve içeriye öyle girdi.

   Dolabı açtığında günler öncesinden kalan bir çorba vardı. Onu içip içmemek arasında kararsız kaldı. Sonrasında hızlıca çorbayı dolaptan çıkardı ve karnını doyurdu. Çok sevdiği koltuğuna oturdu ve televizyonu açtı. Televizyonda yine sonu olmayan siyasi, dini, tarihi ve belirsiz konulardaki tartışmalar vardı. İçi sıkıldı. Camdan dışarı baktığında yağmur durmuştu. Zaten bu yağmur onu hep dışarı çıktığı zaman yakalıyordu. Tekrar televizyonun karşısındaki koltuğa oturdu ve derin bir nefes aldı. Gözleri yavaş yavaş kapanmaya başladı. Uyumak için yatağa gitmeye üşendi ve orada uyuya kaldı. Sabah kalktığında ev sahibinin sözleri aklına gelmişti. Ne kadar basit bir organizma olduğunu düşündü ama sırtına bir sürü yük verilmiş ve her şeyi yapması beklenen bir organizma. O sırada giyindi ve ayakkabılarını giydi. Tekrar işe gitmek için dışarı çıktı ve yağmur başladı.