Mahallemizin sempatik ve tatlı bir yaşlısıydı. Daha doğrusu yaşlı değil yakışıklısıydı. Her gün temiz bir şekilde giyinir, evinden çıkardı. Mahalle etrafında ufak adımlarıyla bir tur atar, herkese selam verirdi. Aslında bu selam verme durumunun ‘’Ben buradayım, hâlâ yaşıyorum.’’ anlamına geldiğini çok sonra öğrendik. Yürümesi bittikten sonra kendi apartmanının önündeki duvara yaslanır ve soluklanırdı. Sokaktan geçenlerin bazıları onun yanına gider halini hatırını sorardı. Bazıları futbol sohbeti yapar bazıları ise memleketi kurtaracak siyasi konuları konuşurlardı. ‘’Eh, bizim zamanımızda çok zordu.’’ diye başlardı sohbete. Bütün her şey hakkında konuşurdu. Her şeye bir yorum yapardı ama günümüzde çoğu insanda olmayan bir özelliği vardı; Bilmediği bir konuya ‘’Bilmiyorum.’’ diyebiliyordu. Bu onun yıllar içinde geliştirdiği en büyük özelliğiydi. Kendisi bize en azından öyle söylemişti.
Bir yürüyüş gününden sonra onun yanına gitmiştik. Yine duvara yaslanmış konuşacak veya selam verecek birilerini bekliyordu. O gün de sokak biraz sessiz ve tenhaydı. Biz yanına gittik. Selamlaştık, elini öpmek istedik, öptürmedi. Bizlere sarıldı. Sonrasında da bildiği ya da hatırladığı kadarıyla sarılmanın faydalarını uzun uzun anlattı. ‘’Sevgisiz olmaz çocuklar.’’ dedi cümlesini bitirdiğinde. Sonrasında da yaslandığı duvardan kendi ayağa kaldırdı. Yardım için el uzattıysak da kabul etmedi. Koluna girip eve kadar çıkaralım teklifimizi ise gülerek ‘’Ben daha yaşlanmadım.’’ diyerek reddetti. Ölüm raporunun ve olay yerine gelen ambulans çalışanlarının söylemlerine göre bu konuşmamızı yaptıktan sonra evde oturduğu yerde hayatını kaybetmiş. Bu duruma en çok mahallenin çocukları olan bizler üzüldük. Sanki biz onun yanında olsaydık kurtaracakmış gibi suçladık kendimizi fakat işin doğrusu öyle değildi. Çok üzülmüştük.
Bir yakını, akrabası yoktu onun. Cenaze işleriyle mahalleli ve belediye çalışanları ilgilendi. Sessiz, sade bir şekilde kahverengi toprağın kapkaranlık derinliklerine gömüldü. Evde eşyaları toplanırken bir kitap içerisinde onlarca zarf bulundu. Zarfların üstünde kişi isimleri yazıyordu. Neredeyse görüştüğü samimi olduğu ya da sevdiği herkese oturmuş mektup yazmıştı. Bir mektupta da ‘’Mahallenin Çocukları’’ yazıyordu. Mektup elden ele, sokakta oynayan bizlere kadar geldi. Çok heyecanlıydık. İlk defa mektup alıyorduk hem de çok sevdiğimiz bir büyüğümüzden. Büyük heyecanla mektubu açtık ve okumaya başladık.
‘’Sevgili çocuklar, bu mektubu yazıyorum ama beni yaşlı olarak düşünmeyin. Aşağıda yazdığım cümleleri de nasihat olarak üstünüze almayın. Ben sadece sizin aracılığınızla hiç erişemeyeceğim çocukluğuma seslenmek için sizlere bu mektubu yazıyorum. Hepinizi çok seviyorum. Sadece birkaç şey söylemek istiyorum sizin aracılığınız ile kendime. Oğlum, sakın ola ki hayatın boyunca her şeye sahip değildim ama hayallerim vardı deme. Bu düşünce seni yok edecek, yalnız edecek ve derbeder edecek. Her şeye sahip olmak için mücadele et, yarışmacı ol. Oyunlar oyna, sev sevil, terk et, terk edil. Ayrıl, barış, hayatın ve insanların bütün zıtlık diye tabir ettikleri kavramları deneyimle… Elinden geldiğince yaşamaya çalış her şeyi. Sakın ola ki dışarıdan ya da göklerden bir elin sana gelip yardım edeceğini veya yolunu açacağını düşünme. Güneş’in tutulması ya da Merkür’ün hareketlerinin senin için bir anlamı yoktur. Dünya’da iyilik üstüne değil açısal momentumun korunumuna göre dönüyor. Her şeyden kendine pay çıkarma. Hayatın güzelliklerini yaşamaya çalış. Ve siz bu mektubu okuyan mahallemin çocukları; size bana bu seslenme şansını verdiğiniz ve bu mektubu okuduğunuz için teşekkür ederim. Ben bu hayattaki tamamlayamadığım, yapamadığım her şey ile artık orada değilim. Sizde daha fazla bu mektubu okuyup zamanınızı boşa harcamayın. Haydi, dönün oyununuza. Saygılarımla.’’