Dün, tahliye edildikleri son duruşmada yaptıkları savunmalarla bütün insanlığa hukuk, adalet ve gazeteci geçinenlere de gazetecilik dersi veren gazetecilerden Barış Terkoğlu’nun savunmasını, tarihe kayıt düşmek adına paylaştım.
Bugün de Murat Ağırel’in o müthiş savunmasını -maalesef- ki özetleyerek veriyorum;
“Sokrates; “adaletten yoksun bir devlet kendi adaletsizliği tarafından yıkılır” der.
Platon; “adil bir mahkeme, devlet binasının en sağlam direğidir” der.
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed; “Bir ülke küfürle ayakta kalabilir fakat adaletsizlikle, zulümle ayakta duramaz. Adalet ülkenin temelidir. Bir saat adalete hüküm vermek altmış yıl ibadetten daha değerlidir” der.
Bütün sonraki modern yasalar bu ilkeyi gözeterek kaleme alınmışlardır.
Adalet duygusu zedelenmiş hiçbir devlet, hükümet ve toplumsal yapı ayakta kalamamıştır. Tarihsel kayıtlar, zalimlikleri ayyuka çıkmış iktidarların, adalet duygusunun zedelenmesi sonucunda yıkılıp gitmesiyle doludur.
İbn Haldun adaleti, şahsi bir erdem olmaktan çıkarmış, iktidarların mutlaka gözetmesi gereken en yüksek prensip haline getirmiştir. Çünkü herhangi birinin adaletsizliği kolaylıkla düzeltilebilir fakat iktidarların ve onların yönetimi altında hareket eden mahkemelerin adaletsizliği kolay kolay düzeltilemez.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, adaleti bağımsızlık ile eşdeğer görmüştür.
Bugün Türk Ulusunun % 68’i yasaların herkese eşit, tarafsız ve adil uygulandığına inanmıyor. Yani yurttaşlarımızın ezici çoğunluğu Anayasamızdaki “herkes” tanımlamasının kendisini kapsamadığını düşünüyor. Yargıya güvenmiyor, yargının eşit ve bağımsız olmadığını düşünüyor.
Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde bu yıl 180 ülke arasında 154'üncü sırada yer aldı. Ülke olarak Basın ve İfade özgürlüğünde geldiğimiz nokta budur. Sebebi bir tweetten yahut yaptığı bir haberden dolayı 6 aydır haksız yere tutulan gazetecilerdir.
Adalete, hukuka duyulan güvenin sarsılmasının ve azalmasının tek sorumlusu adaleti temsil eden kurum ve kişilerdir. Hukuk ve adaleti iktidarın emrine verenler, onları güçlü olanın hizmet aracı olarak görenler; siyaseti, adaletsizliği ve korkuyu mahkeme salonlarına sokanlar, hukuka ve adalete olan güveni ortadan kaldırmışlardır.
Siyasal iktidarın kin ve öfke seli, mahkeme salonlarında sağduyuyu yok etmiş, vicdanları yaralamıştır.
Böylece adalet duygusu kaybolmuş, yerini güdümlü hukuk, peşin yargı ve siyasal kine bırakmıştır.
Siyasi kinle hareket eden, adalet duygusunu yitiren yargı mensuplarının ülkemize neler yaşattıklarını ve onların neler yaşadıklarını hatırlayalım! İnsanın en önemli özelliğinin akla başvurmak olduğunu söylemiştik, fakat aynı zamanda insanın en akıl almaz özelliklerinden biri de yaşananlardan ders çıkarmaması ve unutmasıdır.
Tarih eninde sonunda adaletin yerini bulmasını sağlar. Ben, adaletin eninde sonunda yerini bulacağından eminim, fakat suçsuz yere beni mahkum ettirmek isteyenler de hakettikleri cezayı bulacaklardır.
Pascal’ın da dediği gibi; “Haklı olanı güçlü kılamadığımız için güçlü olanı haklı kıldığımız” dönemleri yaşıyoruz yeniden. Ders almıyoruz, çünkü FETÖ kumpas davalarında araçsallaştırılan adaletin nasıl aciz kaldığını, buna karşın adaleti olmayan iktidarın da nasıl zalim olabileceğini gördük. Adaleti olmayan erkin nasıl güdümlü bir yapıya dönüştüğünü ve tüm yargı organlarının nasıl töhmet altında kaldığını gördük. 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesi ve sonrası yapılan FETÖ/PDY operasyonları neticesinde 3908 hâkim ve savcı meslekten atıldı. Bu rakam dahi şu ana kadar anlatmaya çalıştığım durumun özetidir. Artık bundan daha kötüsü olamaz dediğimiz anda daha kötü bir durum ve olayla karşılaşıyoruz.
Akıllanmıyoruz, düşünmüyoruz, ders çıkarmıyoruz. Dün yargıda örgütlenen FETÖ’den bahsediyorduk. Bugün adaletten, yargının bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden bahsetmemiz gerekirken, oturmuş FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi diye tahminler yürütüyoruz. Yarın daha başka bir yapıdan bahsedeceğiz. Yargı bağımsız, adil ve cesur olmadıkça yargıyı ele geçirmek isteyen siyasi güçlerin desteklediği yapılar ve bu yapıların emir eri olmuş savcı ve hâkimlerden bahsetmeye devam edeceğiz.
O günkü davalarda da masumiyet karinesi yok sayılıyordu. Bugün de yok sayılıyor. O gün de tutuklamalardan önce gazetelerde hedef gösterilip linç ediliyorduk bugün de. O gün iddianameler teknelerde, kapalı kapılar ardında hazırlanıyordu, ugün de yalılarda hazırlandığı konusunda bir algı var. O gün gazeteler iddianame yazıyor, TV kanallarında yargılama yapıyor, köşe yazarları hüküm veriyordu bugün de böyle bir algı var. O gün de mahkemelerde savcılar, yargıçlar bizi dinlemiyor, dilekçelerimizi okumuyordu bugün de bizleri dinlemiyor ve dilekçelerimiz okunmuyor. O gün de kararlar kes kopyala yapıştır şeklinde veriliyordu bugün de böyle bir algı var.
Modern hukuk siteminde herhangi birine suç isnat edildiğinde, suçu kanıtlamak yargının görevidir. Yurttaşa “ sen suçsuz olduğunu kanıtla” diyemezsiniz. Denirse, bu, temel hukuk kurallarına aykırı olduğu gibi altına imza koyduğumuz uluslararası antlaşmalara da ters düşer.
Hakkımdaki suçlama bütünüyle yanlış, delilsiz, mesnetsiz bir suçlama ve niyettir. Bu nedenden dolayı iddianameye “Niyetname” demiştim. İddianameler, niyet metinleri olmamalıdır.
Savcılık makamı hakkaniyeti ve doğruluğu prensip edinmelidir. Ayrıca yasa gereği sadece aleyhime olan değil, lehime olan delilleri de toplamak zorundadır. İddia makamı iddianamesinde, bir Cumhuriyetin Savcısı gibi davranmamıştır.
Mahkeme heyetiniz 24 Haziran’da tutukluluğumun devamına karar verdi. Gerekçe olarak da tanık beyanları, delillerin karartılma ihtimali, kaçma şüphesi belirtildi. Mahkemenizin değerli heyetine soruyorum. Benim hakkımda; paylaştığım tweet mesajı dışında var olan ve bizlerin bilmediği deliller nelerdir. Tek delil tweet mesajı ise ben bunu da kabul etmişken neyi nasıl karartacağım. Hakkımdaki tanık kimdir? Biz bu tanığı neden görmedik, dinlemedik.
Sabit ev ve iş adresi bulunan, iki defa kendi iradesi ile ifade vermeye gelen, tutuklanacağını bile bile duruşmaya giden ben. Siz hangi kaçma şüphesinden bahsediyorsunuz?
Adaletin tecelli etmesini sinsi ve hain planlarla engellemek gibi bir insanlık suçuna, hep birlikte karşı çıkmaz isek; Cumhuriyet’in taşıyıcı kolonu olan hukukun ve yargının bağımsızlığının yok olmasının toplum olarak ister istemez ortağı oluruz. Böyle ortamlarda suskunluk da bir suçtur.
Korkuyu örgütleyenler, baskıyı şiddeti, hukuksuzluğu, yargıyı enstrüman olarak kullananlara karşı mücadelemiz dün olduğu gibi bugün de devam edecektir. Ant olsun ki bu karanlıkları ve bu tutsaklıkları yeneceğiz.
Büyük İskender’in gururla dolaştığı zamanlarda nasıl ki ünlü filozof Diyojen, gündüz vakti elinde fenerle “adam arıyorum adam” demişse bugün ben de gündüz vakti bu salonda elinde fener adalet arıyorum.
Ve inanıyorum ki bir gün Türk Hukuku konuşulurken; “Berlin’de hakimler var” özdeyişinden değil Çağlayandaki yargıçların adaletinden bahsedeceğim…"