Sevgili okurlar,
Brüksel yazılarım arasında dikkat ederseniz, “dini hassasiyetleri” öncelleyen yazılarımız çok azdır?
Bunun nedeni elbette, “dini konuları, güncel olaylara konu” etmemektir..
İşin özü,”dini hassasiyetleri” günlük hayatın içinde, önünde ve arkasında çok öncellediğiniz zaman, o zaman farklı düşünceleriniz ve projeleriniz var demektir!..
Arkadaşın biri, kendisi ile sürekli namaza gelen birinin, bir süredir namaza gelmediğini görünce, onu tanıyan, bilenlere sorarak, izini araştırır?
Tanışdığı arkadaşlarından aldığı cevap, kendisini pek mutlu etmez?..
Zira adam, epey zamandır ortalıkta yoktur!..
İşte o zaman bizim mağdur arkadaş, ”ya benden bu kadar borç para almış, eşim hasta demiş ve bir iki güne kadar getiririm diye söz vermişti” diye durumu özetler!
Elbette, böyle namazında, niyazında olanları kastettiğimiz yok!
“Hırsız, kötü niyetli” bu ya, elindeki bütün imkanları kullanır!..
Sizi, en zayıf noktanızdan vurur!
Uzatmayalım, benim sohbetlerde sıkça dillendirdiğim bir tanım var..
Nedir diyeceksiniz tabii?
Konu, dönüp dolaşıp gurbette geldiğinde,” Avrupalı Türkleri önce devlet, sonra devletin bankalarının, bankerlerinin, holdinglerinin” yağmaladığını ve şu sıralarda sırayı, “cemaat ve tarikatların” aldığını söylerim..
Hikayeyi bilenler biliyor!
O yıllar, çok gerilerde kaldı!..
Bu cenderede, parasını, malını kaptıranların ızdarabı hala duyuluyor!..O büyük paraları iç edenlerin, iktidar koltuklarında ballı maaşlarla hala saltanat sürdüklerini de söylemeden geçmeyeceğim!..
Zira, bu kesimi bilmeyen, tanımayan mı var?
Gurbette bunlar olurken, elbette, büyük özlemler, hasretler içinde geçen yıllarda, biriktirilen paralar ile anavatanda yapılan yatırımlar içinde, “iyi söz söylememi” beklemeyiniz?
“Yahu adam zaten Almanyalı” denilerek, “gurbetçilerimizin evlerine konanları, kira ödemeyenleri, evini viraneye çevirenleri, aldığı borç parayı iade etmeyenleri saymaya kalkarsak”, işin altından neler, neler çıkar?
Hani adam demiş ya, “Param seni veripte rezil olayım, vermeyipte vezir mi” diye, bir söz vardır ya?
“Günah, haram, helalin” tozlu raflara kaldırıldığı, “vicdanların kapkara kesildiği bu günlerde, sadece dini alanlarda değil, her alanda kokuşmuşluğumuz, çürümüşlüğümüz” artıyor!
Allah bizleri, sizleri “kötülerin şerlerinden” korusun, “iyilerin gölgesini” nasip etsin!
İnsan bu?
“Karpuz, kavun” değil ki, koklayarak, “rengine, giyimine, başına, endamına bakarak” alasın?
Bütün bunlara, “mübarek Ramazan ayı geliyor” diye dikkat çektim..
Elbette Türkiye’deki “Ramazanları yaşayanlarımız”, bizden daha iyi bilirler..
Ama şu, mevcut iktidar dönemindeki “sokaklara, caddelere, cami önlerine kurulan, siyası amaçlı, gösterişe matuf Ramazan iftar sofralarının akıbetini” kim anlatacak?
“Sevap” adına “günha işlenen günlerin muhasebesini” kim yapacak?
Siz, bu muhasebeyi yapadurun, sizlere biraz Belçika’dan dini hassasiyetlerimizi ve Ramazan ayı günlerimizi anlatalım..
Yıl 1963, Belçika’da çalışmaya gelen yağız Anadolu gençleri, “ibadetlerini huşu içinde yapacak yerler” arıyorlar..
Hemen hizmetlerine Belçikalı yetkililer yetişiyor, kendilerine “ibadet edebilecekleri mekanları gösterip”, yardımcı oluyorlar..
Derken “Ramazan ayı” geliyor..
Bu sefer, “dini ihtiyaçlar” daha fazla!..
“Oruca kalkılacak, teravih namazı kılınacak, iftar” yapılacak..
Bu işin bir de “bayramı” var!
Belçikalılara durum anlatılıyor, “maden ocaklarında,ibadet için alanlar” hazırlanıyor, “yemekhaneler, oruçlular” için tahsis ediliyor..
Büyük bir “hoşgörü” hakim!
“Dini hassasiyetler” konusunda Belçikalılar inanılmaz, yardım ve destekler sunuyor..
Dernek, 1963 Yılında Belçikalı Türklerin öncüleri bir araya geliyorlar..
Heusden/Zolder Maden bölgesinde “Selimiye Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği” kuruluyor..
Kısa zamanda, cami inşa ediliyor..
İş, “gurbette vefat edenler” konusuna geliyor!..
O yıllar, “Belçika’dan Türkiye’ye cenaze göndermek” zor ve pahalı..
Hemen, “cenaze cemiyeti yardım sandıkları” ihdas ediliyor..
Herkes, düzenli aidatlarını ödüyor..
Bir cenaze olduğunda ise, “cenazesi olanlar bu fondan yararlanarak, cenazelerini rahatça Türkiye’ye” gönderebiliyorlar..
Hemen her bölgede, dernekler kuruluyor, cenaze yardım sandıkları oluşturuluyor..
Herkes, “cenazesini memlekete göndermek için örgütlendiği gibi, kendi bölgesine bir cami kurmak” için harekete geçiyor..
Yasalar inceleniyor, imkan ve kabiliyetler ortaya konuyor..
Bu heyecan, çabalar, 1980’lere kadar böyle sürüyor..
O yıla kadar, kendi içlerinden takva sahiplerinin kıldırdığı namazlar ve yaptığı dualar, bu defa yeni bir boyut kazanıyor..
Belçika’da “Din Hizmetleri Müşyaviri ve Belçika Türk Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı” olarak Rıza Selimbaşoğlu atanıyor..
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vatandaşları için bir kurumsallaşmaya gittiği gibi Diyanet’e de bu manada bir görev” veriyor..
Diyanet’in temsilcisi ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Brüksel Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşaviri olarak Rıza Selimbaşoğlu, Belçikalı Türkleri örgütlüyor..
Dağınık durumda olan cami derneklerini, “Diyanet şemsiyesi” altında topluyor..
Kolay olmuyor bu, elbette!
Özellikle “Cenaze fonları” konusu Diyanet’e emanet edilmiyor?..
“Diyanet ile aynı çatı altında, bu hizmetler için birliktelik” edenler oluyor..
Kendi yardım sandıklarını Diyanet’e emanet etmeyenler çıkıyor?!
Kısacası Müşavir ve Diyanet’in ilk temsilcisi olarak Rıza Selimbaşoğlu’nun hizmetlerini anlatmakla bitiremeyiz..
Ardından Mehmet Kervancı geliyor, Onu Emrullah Aksarı ve diğerleri takip ediyor..
“Belçika’da Ramazan ayları, dini hassasiyetlerde bir muhatap kurum olarak Diyanet” öne çıkarılıyor ve baştacı ediliyor..
Bu çalışmalara gönüllü olarak, her bölgeden vatandaşlarımız öncülük ediyor, Diyanet’in yanında hiçbir beklentileri olmaksızın hizmete soyunup, yer alıyorlar..
Şimdi tekrar, o eski günlerdeki gibi “Ramazan ayını huşu ve huzur” içinde karşılıyoruz..
Allah nice Ramazan ayları, iftarlar, sahurlar ve bayramlar hepimize nasip etsin!
“Dini hassasiyetlerimizi lütfen, ne bireysel, ne de siyasi olarak bir aldatmaca aracı olduğu gibi, bir sınama aracı olarak” kullanmayalım”..
Herkesin namazı, herkesin orucu, herkesin ibadeti herkese!
Kimse, kimsenin emireri değildir!
Herkes anasından, babasından, büyüklerinden öğrendiği gibi ve Yüce Kitabımız Kuran’ı Kerim’in öğretileri bağlamında, “dinini yaşamalı ve bunu yaşamaya da, herkes fırsat vermeli, hoşgörü ve tolerans içinde saygı” göstermelidir..
Bu Yüce dini, kendi çıkar ve emellerine alet edenlerin düştükleri açmazları görmeyenlerden değiliz!
Şimdiden “Ramazanı Şerif ayınız”, hayırlı, sağlıklı,huzurlu güzelliklere vesile olsun!
Yusuf Cinal yazıyor, 31 Mart 2022 Brüksel