İlk bakışta basit bir ayrılık gibi görülüyordu. Her iki taraf içinde büyük zararlar vermeyecek, geride birkaç hoş anı bırakacak fakat acı hissetmeyeceğiz diye düşünüyorduk. Ayrılık kararını onun alması ve benim de bu kararı istemesem de yine de onaylamak zorunda olmam dışında herhangi bir sorun yoktu. Her iki tarafta ayrılmak istiyordu fakat diğer yandan da bunun gerçekleşmesini istemiyordu. Hem ayrı olalım hem de beraber olalım durumuydu bizimki.
Her iki tarafta karşısından bekliyordu ilk adımı. Birkaç günün sonunda ondan geldi ilk adım. Telefondaki neşesiz sesi, yutkunamayarak konuşması, tek nefeste bütün kelimeleri söylemesi ve cümlenin sonunda da ‘’Görüşmemiz lazım…’’ demesi her şeyi açıkça ortaya koyuyordu.
Buluşacağımız yere gittim. Sarıldık, öpüştük sanki ilişkinin son gününü değil de iki yabancının tanışmak için buluştuğu ilk günü gibi davranıyorduk. Kısacası birbirimize uzakken farklı, yüz yüzeyken ise çok daha farklıydık. Bu bile eminim onun tekrar bu ayrılık kararı almasını düşündürmüş olacak ki, en başta söylemesi, konuşması gereken ayrılık konuşmasını saatler sonra, günün bitimine doğru yapmış olması bunun en büyük göstergesiydi.
‘’Yapamıyorum, bitsin. Ama dostça, arkadaşça bitsin. Olur mu?’’ demiştin. Zaten sen kararı vermiştin. Ben de inceldiği yerden kopsun diyerek, sen nasıl istersen öyle olsun demiştim. İlişkilerde ayrılıkları hep karşı tarafa yüklemek ihtiyacı hisseder insan. İşte o ihtiyacı o an çok fazla hissetmiştim ve ağzımdan bu kelimeler çıkmıştı. Son kez sarılıp ayrıldık. Ne o arkasına baktı ne de ben arkama baktım. En azından ben arkama bakmadığım için onun da arkasına bakıp bakmadığını görmedim ama bakmamıştır diye düşündüm. Sonuçta ayrılan, bu ilişkiye nokta koyan o değil miydi?
Ayrılığın ilk akşamında içim buruktu ama çok da önemsemedim. Normal hayatımın içerisinde yapmam gereken neler varsa onu yaptım. Zaten son dönemlerde aramız soğuk olduğundan çok fazla mesajlaşıp konuşmuyorduk bu da sürekli ondan telefon bekleme alışkanlığımı sona erdirmiştim. Birkaç gün sonra adına özlem denilen bir hastalık sardı her yerimi. Önce yaptığımız şeyler aklıma geldi. Sonrasında da yanlışlarım, onun yanlışları. Hep onu düşünmeye başladım. Ne yapıyor ne ediyor gibi sorularla içimde ona karşı olan söndürdüğüm ateşi tekrardan alevlendirmeye başladım. Daha sonrasında da gurur diye bir his ile tanıştım. Bana sert ve kaba bir ses tonuyla ‘’O senden ayrıldı. Onu aramayacaksın.’’ dedi. Ben de onu dinledim ve hiçbir şey yapmadım, sadece onu düşündüm.
Aradan geçen günlerden sonra acı yeni bir hissiyat olarak hayatıma girdi. Onu seviyor fakat onunla olamıyordum ve bu da artık benim canımı acıtıyordu. Bir cam kesiğinin parmağımı kestiği gibi değil ama daha derinden ve daha çaresiz bir acıydı bu. En azından ağrı kesici veya ilaç içince geçecek gibi değildi. Zamanla onu düşünmekten kendimi unuttum. Geriye baktığımda insan kendini ne kadar özleyebilir? O beni terk edip gittikten sonra belki ismimi değiştirmedim fakat ben artık o ben değilim. Şimdi ben o eski ben halimi özlüyorum. Onu seven fakat ondan da olabildiğince uzak durmaya çalışan, onu düşünen, onunla görüşmeyi seven ve en önemlisi beni seven beni özlüyorum. İnsan kendini özler mi hiç? Özlüyormuş, bunu ayrılınca anladım. Kendimi kaybedince…