Benim çocukluğumda, yani 50 yıl önce çarşılarımızda Çin işi/Japon işi, Halep işi, Şam işi, Antep işi filan diye bir sürü işler vardı…
Peki, neydi bunlar?..
***
Çin işi/Japon işi denince akla sihirli yapıştırıcılar, üzerleri nakışlı yelpazeler, alaca boyalı oyuncaklar ve yedi başlı, uzun yeşil kuyruklu ejderhaları aydınlatan kağıt fenerler gelirdi…
Halep işi kebap olur…
Şam işi denince kakma sandıklar, oymalı cigara ağızlıkları, sedefli tavlalar gelir akla…
Bohçacı kadınlar sokaklarda ev kadınlarına ‘Antep işi’ diye seslendiklerinde, incecik kumaşların üstünde ipekli nakışları hatıra getirirdi..
Velhasıl, bütün bu ‘işi’ diye biten şehir ve ülke isimleri bir markanın, bir sanatın, bir güzelliğin ifadesiydi…
***
Şimdi son yıllarda medyada bir tabir ortaya atıldı…
Nedir o?...
Katar işi!...
Katarlıların maşallahları var; ülkenin en değerli mal varlıklarının, özelleştirme uygulamaları sonucu şakır şakır sahibi oldular…
Parasal güce şapo!..
Alıyorlar ama; başta Sayıstay raporları olmak üzere ülkenin aklı başında ne kadar ekonomisti, politikacısı, hukukçusu varsa bu ‘Katar işi’ne gerekçeleriyle kocaman bir ‘mim’ koyuyorlar, kişiye dudak uçuklatacak skandalları sergiliyorlar…
Gel de huylanma!..
***
Bir Adapazarlı olarak şu ‘Katar işi’ benim aklıma ne ipekli bir nakışı, ne bir oymalı cigara ağızlığını, ne de kağıt yelpazeyi aklıma getiriyor…
Katar işi deyince gözümün önüne 1 milyon 800 bin metrekare arazi üzerinde kurulu, ileri teknolojisi ve yetişmiş nitelikli insan kaynakları ile savunma sanayinin göz bebeği Tank Palet Fabrikası geliyor…
***
Soru:
Şu ‘Katar’ işi, ‘mafiş işi’ olamaz mı?...