Kapı gecenin bir yarısında susmak bilmeyen tıkırtılarla çalıyordu. Osman Ağa bir hışımla kalktı, kapıya doğru gitti. Uykulu olduğundan sağa sola sendeleyerek yürüyordu. Kapının önüne geldiğinde uykulu ve derinden bir ses ile ’’Kim o?’’ diye sordu. Kapının diğer tarafında bulunanlar ‘’Aç Osman ağa, jandarma‘’ diye yanıt verdiler. Osman ağa uyku sersemliğinin yanında şaşırmıştı. Gecenin bu saatinde jandarmanın kapımın önünde ne işi var diye düşünmeye başladı.
   
    Kapıyı açtığında jandarma arabasının yanıp sönen mavi kırmızı ışığı Osman Ağa’nın yüzüne vuruyordu. Osman ağa karşısındakileri tam seçemiyordu. Şaşkınlıkla sordu: ’’Hayırdır komutanım bi’ günahımız mı var?’’ Komutan sakin bir ses tonuyla ‘’Oğlun asker kaçağı çıktı Osman Ağa, oğlunu almaya geldik’’ dedi. Osman ağa bir anda olduğu yerde kalakaldı ve bir tepki veremedi. Üzerinden ilk şoku atlattıktan sonra Osman ağa komutana dönerek ‘’ Oğlum askerden yeni geldi. Daha iki gün oldu nasıl asker kaçağı olabilir?’’ diye sordu. Komutan başını öne eğerek ‘’Bu köyün fakirlere yardım eden ağasısın ama oğlun pek sana çekmemiş Osman ağa’’ diye cevap verdi. 

   Osman ağa yaşadığı köyde sevilir sayılırdı. Herkes onu fakir babası olarak görürdü. Köylülere eksinler diye topraklarından bile verirdi. Osman Ağa’nın bırakın köylülere bir kötülüğü yerde yürüyen karıncaya bile zararı dokunmamıştır. Hatta bir keresinde tarlasına dadanan hayvanlara bile zarar vermemiş, ‘’Bırakın, onlar da gariban, varsın benim tarladaki mahsulümü yesinler.’’ demişti. 
Oğlunun asker kaçağı olması olacak iş değildi. İçeri girdi, üstüne bir şeyler giydi. Oğlunun az ilerideki evine Jandarma ile birlikte gittiler. 

   Oğlu kapıyı açtı. Karşısında babasını ve jandarmayı görünce şaşırdı. Ona askerlikten kaçtığını, kendileriyle merkeze kadar gelmelerini rica ettiler. O da tamam dedi. Giyinmek için zaman istedi ve kapıyı kapattı. Bir süre geçtikten sonra jandarma kapıya vurarak seslendi. Ses çıkmıyordu. Komutanın emriyle kapıyı kırıp eve girdiler. Evde kimse yoktu ve Osman Ağa’nın oğlu kayıplara karışmıştı. Komutan, durumu hemen merkeze bildirdi ve Osman Ağa’nın oğlu her yerde aranmaya başlandı. Köy içi, çevre köyler, yakın şehirler her yer ama her yer didik didik arandı, fakat bir sonuç alınamadı. Jandarma Osman ağayı sabaha kadar merkez karakolda tanıdıkları, akrabaları, oğlunun gidebileceği yerler hakkında sabaha kadar sorguladı. Sabahın ilk ışıkları olduğunda ise, Osman ağayı serbest bıraktılar. Osman ağa yaşadığı şaşkınlıkla boynu yerde evin yolunu tuttu. Oğlunun bu işi nasıl ve neden yaptığını düşüneceğine köylünün arkasından neler diyeceğini yani el alemin neler söyleyeceğini düşünüyordu.  Eve girdi, eşi meraklı gözlerle birbirine benzer çok sayıda soru sordu. Bu soruların hiçbirine cevap vermedi, veremedi. O da yaşadığı olayın şokundaydı. Uykusunun olduğunu fark etti ve yatağına gidip yattı. Bir süre ne olacağı konusunda düşündü, fikir yürüttü ve uykuya daldı.
    
    Ağır, derin uykusundan kalktıktan sonra eşi ve oğlu sofrada kahvaltı ediyorlardı. Bir hışımla oğlunun üstüne yürüdü ve ona tokat attı. Ona askerden neden kaçtığını, şimdi jandarmayı arayıp onu ihbar edeceğini söyledi. Oğlu şaşırdı bu duruma. Vaziyeti anlatmaya çalıştı. Osman ağa ikna olmayınca eşi devreye girdi. Öyle bir şey olmadığını rüya görmüş olabileceğini dakikalarca ona anlattı. Kolay olmasa da bir süre sonra Osman ağa sakinleşti ve rüya gördüğünün farkına vardı. Hem de ne rüya! Gerçek gibi. Önce oğluna sarıldı, tokat attığı için özür diledi sonrasında da köyü teftiş etmek için dışarıya çıktı.