Şehir hayatının hızlı yaşama çabasından, stresinden, kalabalığından ve çok sesli bağırışmalarından kurtulup yeni hayatım diye nitelendirdiğim bir hayatı yaşamak için yola çıktım. Gideceğim yer daha doğrusu yeni yaşam alanımda her şey hazırdı. Bu kalabalık ve şişko şehirden arkama bakmadan kaçıyordum. Şehrin sınırlarının dışına çıktığım ilk anda bir sessizlik oluştu. İlginç bir huzur çevreme doldu. Önce kendi kendime abarttığımı söylesem de birkaç dakika sonra sessizliğin hakimiyetini vücudumun her damarında ve zerresinde hissetmeye başladım. Bu durum beni daha da mutlu etti. Verdiğim kararı savunacak kanıtlar görünce ne kadar doğru karar verdiğim için kendimle gurur duydum.

   Hiç acelem yoktu. Şehir hayatındaki gibi bir yere yetişmeye çalışmıyordum. Yavaş yavaş yeni evime gidiyordum. Bir yandan da etrafa bakıyor çevrede neler olup bittiğini takip ediyordum. Bu da bana şehirden kalan bir alışkanlık gibi geldi. Şehir hayatının kalabalığında sürekli tetikte oluyordu insan. Toplu taşımada, sokakta hep tetikteydim. Nereden ne geleceğini ne çıkacağını ya da ne olacağını bilmeden fakat bir o kadar da hazırlıklıydım. Artık bu davranışımı da zamanla bırakacağımı umuyorum. Yavaşlığın, umursamazlığın ve rahatlığın dayanılmaz keyfine varacağıma inancım sonsuz.

    Ana yoldan gideceğim yere doğru ayrıldım. Yolun kenarında bir tarla gördüm. Tarla o kadar büyüktü ki ardındaki tepeye kadar uzanıyordu. Tarla bakımsızdı. Belli ki bu sene ekim yapılmamıştı. Tarlanın tepesinde ise bir tane evet sadece bir tane günebakan çiçeği vardı. Ufukta çok güzel görünüyordu. Tek başına toprağın bütün verimsizliğine rağmen açmış, her canlının ihtiyacı olan güneşe sırtını dönmüş tek başına dimdik ve sakin bir şekilde duruyordu. O anda onun yanına gitmek istedim. Tarlaya girdim ve yavaş adımlarla günebakan çiçeğinin yanına doğru yürüdüm. Yanına oturdum. Ona selam verdim. O da bana rüzgârın sayesinde biraz sallanarak selam verdi. Sessizce etrafı izledik beraber. Sessizliğin sesi, rüzgârın serinliği derken bu kadar sessizliğe dayanamayarak günebakan çiçeğini bir arkadaş olarak hissettim ve onunla dertleşmeye başladım. Önce ona burada tek başına ne yaptığını sordum. Sonrasında da kendi dertlerimi anlatmaya başladım. Şehir hayatını, orada yaşadığım zorlukları, koşturmacayı her şeyi tane tane anlattım. Ben bunların hepsini anlatırken bazen üzüntüyle biraz da sıkıntıyla yüzünü döndü. O, yüzünü dönünce ben de oturduğum yeri ona göre ayarladım ama beni sonuna kadar dinledi. Yeni taşındığım coğrafyadaki ilk arkadaşım oldu kendisi.

     Onun yanından ayrılırken arabanın bagajından biraz su çıkardım ve toprağına döktüm. Artık sen benim arkadaşımsın ve seni yalnız bırakmayacağım diye içimden geçirerek yoluma devam ettim. Yolun sonunda yeni hayatımın günlerinin geçeceği yere, eve geldim. Birkaç insanın şaşkın bakışları arasında yeni evime bavulları çıkarttım. Herhalde buralara benim gibi taşınan olmadığı için insanlar şaşkınlıkla beni izliyorlar diye düşündüm. Bakan herkese selam verdim. Çoğu selamımı almadan arkasına bakmadan kaçtı. Bazıları ise el salladı. Evime çıktım. Yatağa uzandım. Derin ve temiz bir nefes çektim içime. Sessizliğe kulak verdim. Sonrasında da insanları düşündüm bir de günebakan çiçeğini. Sanırım benim bu yerdeki en iyi arkadaşım günebakan çiçeğinin olacaktı. Ertesi günde tekrar onun yanına gidip onunla konuşmak için gözlerimi kapattım ve kendimi uyumaya zorladım.