Sevgili okurlar,
Sakarya’nın gözbebeği, “Sakarya Üniversitesi(SAÜ)” farklı etkinlikleri ile adından söz ettirmeye, “göz kamaştırmaya” devam ediyor..
Geçtiğimiz günler içinde, Sakarya Üniversitesi’ni ziyaret etme, bazı etkinlikleri takip etme imkanı buldum.
Yeni “eğitim-öğretim yılının başlamasıyla” birlikte, öğrencilerin merakla beklediği,” Öğrenci Toplulukları Tanıtım Günleri’ne”, tanıklık  ettik..
Daha sonra, “4. Uluslararası İletişim Sempozyumu’nu” takip ederek, Sevgili Dr. Gürkan Kılıç ile Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel’i, makamında ziyaretle, ardından Kütüphane Şube Müdürü Zeliha Köksal’a uğrayarak, çalışmaları hakkında bilgilendik..
Bu arada, Sakarya Gazetesi’nden muhabirimiz, bugünün Doc.Dr. Mustafa Öztunç’a da selam vermeden olur mu?
Elbette, Sakarya Üniversitesi ile SUBU(Sakarya Uygulamalı Bilimleri Üniversitesi) bünyesinde, başka dostlarımız, tanıdıklarımız, hatta, “bu kampüs bünyesinde, iş hayatını sürdüren sevdiklerimiz de” var..
Bir tanışma fırsatı bulamadığımız, SAÜ Rektörü Prof. Dr. Hamza Al Hocamızı, unutmak olmuz tabii ki?
Gec olmakla beraber, bugün sizlere, Sakarya Üniversitesi, İletişim Fakültesi evsahipliğinde düzenlenen “4. Uluslararası İletişim Sempozyumu’ndan” söz etmek istiyorum..
Bu yıl, Sempozyumun konusu; “Göç ve Güçmenlik” idi..
Hem “göç” hem de” göçmenlik” konusu, sadece ülkemiz için değil, aynı zamanda, süper ülkeler için de, “gündemin en önemli maddesini teşkil etmeye”, devam ediyor..
Başta, Amerika olmak üzere, Avrupa Birliği ülkeleri, bu “göç ve göçmenlik” konusunda, “bir hayli muzdarip olan ülkelerin” başında geliyorlar..

GÖÇ VE GÖÇMENLİK?
Bu, “muzdariplik”, bilinmeli ki, Türkiye kadar, diğer ülkelerin, başlarına bela değil..
Göç; insanların yıllara varan yerleşik ortamlarından, başka alanlara, çeşitli nedenlerle, velhasıl yerinden yurdundan edilmesidir..
Göçmenlik ise; bu olguyu, iliklerine kadar yaşayanların yakasına yapıştırılan, bir başka etiket..
Evet, yanıbaşımızdaki olumsuz gelişmeler ile bu “göç” olgusu, “kapımızı iki kere” çalmıştı..
Lütfen, hafızalarınızı tazeleyiniz?
Birincisi, “Saddam Hüseyin’in zulmünden kaçanların sığındığı ve onlara yardım elini uzattığı Türkiye’nin, o yıllardaki çaba, özveri, sevgi ve saygısı ötesinde, nasıl da, bu kaçkınlara yardım için çırpındığını” bilmeyinimiz mi var?
Ya, “dönemin Bulgaristan Devlet Başkanı, despot, Rus kuklası Jivkov dönemini hatırlatmama” gerek var mı?
Özellikle, “Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığın, sosyal ve kültürel haklarını gaspeden Dodor Jivkov, büyük bir asimilasyon  projesini  uygularken, bu duruma, maalesef, birçok Avrupa Briliği ülkesi”, kayıtsız kaldı..
“Düzensiz olmasa bile, göçe kimliklerinden, aidiyetlerinden, kültürlerinden dolayı zorlananlara, Türkiye Cumhuriyeti tek başına karşılamaya, çözüm bulmaya çalışarak, bu evsiz ve yurtsuzlara” kucak açtı..
Hangi birini anlatalım, hangi birini?
Ege Denizi’nde solan hayatları mı, karaya vuran cansız bebek bedenlerini mi?..
Yunanlıların vahşetini mi, insanlığın duyarsızlığını mı?
Ya, “Macaristan sınarlarında çelme” takılanları mı?
Öyle ya, hangi birini?

MÜBADELE YILLARI
Aslında, “bu göç olgusunu, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk döneminde ve daha sonraki yıllarda da, ne demek olduğunu” idrak etmiştik!..
“Mübadele Yılları” olarak tarihe geçen bu yılları da unutmak olur mu?
İşte, o “Mübadele Yıllarının” evlatları, torunları, “bugün ülkenin her yanında olduğu gibi Sakarya’da da yeni bir yaşama yelken” açtılar..
Özellikle, “Balkan topraklarından, Ege ve Akdeniz adalarından gelenlerin ülkeye yerleştirilmesi, adaptasyon ve uyumu”,  bugüne göre, dün, kolay oldu..
Ancak, “son yıllarda, savaşlar nedeni ile yerinden, yurdundan edilenlerin göçü, Türkiye Cumhuriyeti’nin başını ağırtmaya” devam ediyor..
Bilhassa, “Saddam Hüseyin’in ülkesine yönelik gerçekleştirilen, o büyük hasmane operasyonda, savaş kaçkınlarının sığınağı Türkiye toprakları” oldu..
Sonra mı?

ARAP BAHARI MI, KIŞI MI?
“Arap Baharı”
adı ile gerçekleştirilen ve “bölge insanının yaşamına kışa çevirnen, yeni bir savaş olgusu ve terör örgütü IŞİD’e meydanın boş bırakılması ile birlikte, başta Suriye olmak üzere, Kuzey Afrika topraklarında, İsrail-Filistin zsavaşı ile cehenneme dönen o topraklardan, ülkemize yönelik büyük bir göç hareketliliği” başladı..
Buna,” Afganistan, Ukrayna- Rusya savaş mağdurları da eklenince, Türkiye, tam anlamı ile bir göçmen sığınma merkezine” dönüştü..
İşte, bu hatırlatmalardan sonra, “Türkiye’de gerek siyaseten ve gerekse, sosyal kültürel hayatta farklı seslerin yükselmesi, bazı  çatışmaların ayak seslerinin duyulması, gelecek adına endişe yaratmaya” başladı..
Gel de, “endişe etme” hadi?

NEDEN VE NE OLUYOR?
Öyle ya, ne oluyurda da, “bu insanlar ülkelerini terk edip, daha güvenli topraklara sığınıyorlar, hayata yeniden sıfırdan başlamak” zorunda kalıyorlardı..
Müsade ederseniz, gelecek yazımızda, “bu göç ve göçmenlik olgusu üzerine, görüş ve düşüncelerimizi ve Sakarya Üniversitesi’nin 4. İletişim Sempozyumu’nun konusunu” irdelemeye devam edelim..
Unutmayalım ki, “Yüce Mevla’m, kimseyi göç ile göçmenlik” ile sınamasın!?
Bunun,” ne denli zor olduğunu”, anlatmamıza gerek var mı?
Yaşamınız sağlıklı güzelliklere vesile olsun!

UNUTMAK OLMAZ!
Evet, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, ebediyete uğurladığımız,” 10 Kasım tarihi ve Kasım ayları”, bizler için hüzünlüdür..
Büyük ATA’yı, saygı ve minnetle, şükranla anıyoruz..
Unutmak olmaz!
Yusuf Cinal yazıyor, 9 Kasım 2024