Öldüm işte. Öldüğümle kaldım. Yalnız, karanlık ve soğuk bir yerde. Hareketsiz bir boşlukta öyle kala kaldım. Ne olduğunu ya da ne olacağını bilemeden duruyorum öyle. Düşünceler geçiyor kafamdan bana ait olmayan. Daha önce hiç görmediğim, duymadığım hatta hayalini bile kurmadığım düşünceler… Hareketsiz duruyorum. Bakıyorum, baktığımın farkındayım ama göremiyorum hiçliğin karanlığında. Bir bedenim var mı onu da bilemiyorum. Duyu organlarım grev yapıyor gibiler. Hiçbir şey görmüyor, duymuyor, tatmıyor, koklayamıyor ve hissetmiyorum. Sanırsam kapalı, karanlık ve dar bir yerdeyim. Yıldızları göremiyorum, nefes alıyor muyum onu da bilemiyorum. Zamanın farkında değilim. Uzay mekiğinden uzaya fırlatılmış ve hiçliğe doğru süzülen bir astronot gibiyim. Zaman, gün ve hatta bu gezegene dair olan bütün bilincimi kaybettim. Hayata dair birçok şey hatırlıyorum. Hatırladığım birçok şeyi anca düşüncelerimde yaşıyorum. Bunların hiçbirini yapamıyor, hissedemiyorum. Bana çok uzak şeyler geliyor bunlar. Karanlığın ortasında hareketsiz bir şekilde kalmaktı herhalde ölüm. Çaresizlikti belki de nerede olduğum ve ne olduğu konusunda hiçbir şey bilmeyişim, bunun da beni çaresiz bırakmasıydı. Biraz da hissetmemekti. Duyu organlarımın çalışmaması gibi. Gözlerim açık mı acaba. Şu anda bir yere doğru bakıyor muyum yoksa bilinmezliğin orta yerinde karanlıkla sımsıkı sarılıp uyuyor muyum? Gözlerim açıksa onları kapatmak istiyorum. Açık ya da kapalı olmasının şu anda bir anlamı yok. Belki kapatabilsem uyurum. Ölüler uyur mu? Olur mu hiç öyle saçma şey. Bu düşünceler burada bir kez daha öldürecek beni. Sahi ben öldüm mü? Sanki bir ses duydum. Evet, evet bir ses duydum. Sesi duyduğuma bende inanamadım. Demek ki duyu organlarım grevini sona erdirdi. Bütün dikkatimi toplamaya çalıştım ve o sesi bir kez daha duydum. Ne yapacağımı, nasıl karşılık vereceğimi bilemedim. Eskiden bağırmak diye bir şey vardı. Acaba ağzımı kullanıp avazım çıktığı kadar bağırabilir miyim? Bağırsam duyulur muyum? Ağzımı hissetmeye başladım. Hâlâ bir şey görmüyordum ama yavaş yavaş bazı organlarımı hissetmeye başlamıştım. Konuşmaya çalıştım. Bir denedim iki denedim ve en sonunda ağzımdan birkaç kelime çıktı. O kelimeleri ben bile duymadım ama söylediğimden çok eminim. Bir kez daha konuşmaya çalıştım. Aslında amacım bağırmaktı, gelen sese karşılık vermekti. Bunu yapmak çok yorucuydu. Ölmediğime inanmak ise, daha da yorucuydu. Oysa ben kendimi öldüm sanıyordum derken bağırdım. Nasıl bağırmaktı o. Duymaya yeni başlayan kulaklarımın zarı yırtıldı. Bir daha bağırdım. Bağırdıkça bağırdım… Bir şeyler duyuyordum fakat görmüyordum. Acaba kör mü olmuştum? Bulunduğum yer neresiydi? Kendimi hiçliğin ortasında sürüklenmeye devam ediyor gibi hissediyordum. Yarım yamalak çalışan birkaç duyu organımla bir ayağım hayatta bir ayağım ölümde diye düşünüyordum ki; o sırada büyük bir ışık ortaya çıktı. Gözlerimi o kadar hızlı ve sert kapamıştım ki, gözlerimin gördüğünü ve kapanıp kapanmadığını ancak orada fark edebildim. Gözlerimi hafifçe açmak istesem de ışık o kadar güçlüydü ki yapamadım. Bir el uzanıp ellerimden tuttu ve bulunduğum yerden tuttu çıkardı beni. Kulağıma ‘’Korkma, bu enkazdan seni aldık. İyi olacaksın.’’ dedi. İyi olacak mıyım bilinmez ama bir daha ben asla eski ben olamayacağım ve beni de korkutan bu.