İkinci Dünya Savaşının ardından geçen 74 yıla rağmen yeryüzünde barış ve adaletin tesis edilemediğine tanıklık ediyoruz. Dünyanın birçok yerinde insan hakları ihlallerinin yaşandığını, temel hak ve özgürlüklerin hiçe sayıldığını görüyoruz.
Dünya siyasetine hak ve adalet değil güç ve çıkar yön vermektedir. Başta ABD olmak üzere teknolojik bakımdan güçlü olan ülkeler, çıkarlarını her türlü kutsalın üzerinde tutarak zayıf bırakılmış ülkeleri ve halkları ezmeye devam etmektedir.
İnsan hakları, özgürlük ve demokrasi kavramlarını tüm dünyaya servis eden merkezler, kendi çıkarları söz konusu olduğunda, rahatlıkla, her türlü hukuksuzluğu, baskı, şiddet ve işkenceyi bir siyaset etme biçimi olarak görebilmektedirler.
Başta ABD olmak üzere, emperyalist ülkeler, işgallerle, iç savaşlarla, şiddet ve korkuyla, zayıf bırakılmış ülkeler ve halklar üzerindeki baskı ve tahakkümlerini sürdürmektedir.
Baskı ve şiddet politikalarının uygulayıcılarından biri de maalesef Çin’dir.
Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkeleriyle, Afrika Kıtasıyla yaptığı ticarete rağmen, Çin’in Doğu Türkistanlılara yönelik tavrı kabul edilebilir değildir.
Çin, 1949’dan bu zamana kontrolü altında bulundurduğu Doğu Türkistan’da Müslümanlara her türlü baskıyı uygulamaktadır.
Yetmiş yıldır Çin kontrolü altında bulunan ve Türkiye’nin iki buçuk katı büyüklükte yüzölçümüne sahip olan Doğu Türkistan’da da Müslümanların durumu içler acısıdır.
Çin yönetimin küresel ekonomik gücü ve boşluk bırakmayan bir diplomasi yürütmesi Doğu Türkistan’la ilgili sağlıklı bilgi akışının ve oradaki Müslümanlarla iletişimin önüne geçmektedir.
Dünyanın hiçbir yerinde insanların temel haklardan mahrum bırakılarak sistematik baskılarla asimile edilmeye çalışılması kabul edilebilir değildir.
Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin birçok temel haktan mahrum bırakıldığına, inanç ve düşünce özgürlüklerinin kısıtlandığına, toplama kamplarında tecrit edilmiş bir yaşama zorlandığına, psikolojik ve fiziksel işkencelere maruz kaldıklarına dair haberler canımızı yakmaktadır.
Çin’in, fevri bazı olayları bahane ederek tüm Müslüman Doğu Türkistan halkını şiddetle ilişkilendirmesi doğru olmayan, hukuku hiçe sayan, toptancı bir yaklaşımdır.
Tam tersine insanların temel hak ve özgürlük talepleri karşısında Çin yönetiminin baskı ve tahakküm uygulaması bir şiddettir.
Afrika’dan Asya’ya birçok İslam ülkesiyle ticari ilişkileri olan Çin, Müslüman Doğu Türkistan halkına ve Çinli Müslümanlara karşı tutumunu gözden geçirip iyileştirmezse, bizim de Çin mallarına karşı boykot sergilememiz kaçınılmaz olacaktır.
Çin bu zulmünden vazgeçmez, kendi askeri gücüne ve ekonomik büyüklüğüne insanların temel hak ve özgürlüklerinden daha fazla inanırsa, tüm İslam dünyasında kendisine karşı nefret büyütmekten başka bir şey elde edemeyecektir.
Çin, Müslüman Doğu Türkistan halkının ve Çinli Müslümanların haklı taleplerini susturmak, örtbas etmek ve bu hakların dış dünyayla irtibatlarını kesmek yerine farklı kimliklerin temel hak ve özgürlüklerini yaşayabilecekleri bir zemin oluşturmanın gereklerini yerine getirmelidir.
Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin Müslüman Doğu Türkistan haklı talepleri doğrultusunda Çin’e karşı birlikte hareket etmeleri ve her platformda bu konuyu dile getirmeleri Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin seslerine ses katacaktır.
Türkiye, Doğu Türkistan meselesinde daha net bir tutum sergilemelidir.
Türkiye’nin Çin ile ticareti Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin temel hak ve özgürlüklerinden daha değerli değildir.
Yetkililerimiz, bunu Çin yönetimine en açık şekilde hissettirmelidirler.
Diğer taraftan biz tüm dünyada savaştan ve çatışmadan değil, barıştan ve diyalogtan yanayız.
İstediğimiz hakkın ve adaletin hâkim olduğu bir dünyadır.
Biz bu coğrafyada hak ve adalet ekseninde tüm farklılıklarımızla birlikte barış içerisinde yaşamak istiyoruz.
Biz bu coğrafyada Müslüman ya da gayrimüslim kimsenin saçının teline zarar gelmesin istiyoruz.
Biz bu coğrafyada insanların hak ve hukukları gözetilmesi, kimseye ikinci sınıf muamele yapılmasın istiyoruz.
ABD’nin Doğu Türkistan’a ilgisinin çıkarları gereği olduğunun farkındayız.
ABD ile stratejik ortaklık hiçbir İslam ülkesine fayda getirmez.
İsrail ile birlikte hareket etmek hiçbir İslam ülkesine fayda getirmez.
Mevcut dünya düzeninde İslam ülkeleri ve Müslüman halklar, ya ABD, İngiltere, İsrail safında yer almaya ya da Rusya-Çin ikilisinden birine sığınmaya zorlanmaktadırlar.
Neredeyse tüm İslam coğrafyasında vesayet rejimleri vardır.
Bağımsızlığını ilan etmiş birçok İslam ülkesinde maalesef ABD üsleri ve askerleri bulunmakta, bu ülkelerin asker ya da sivil yöneticileri de maalesef tüm icraatlarını ABD vesayeti altında yürütmektedirler.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir insanımızın haksızlığa uğramasını istemiyorsak bunun yolu İslam ülkelerinin hak ve adalet ekseninde güç birlikteliği yapmasından geçer.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir insanımızın haksızlığa uğramasını istemiyorsak bunun yolu D-8’in canlandırılmasından, D-60’ın ve D-160’ın kurulmasından geçer.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir insanımızın haksızlığa uğramasını istemiyorsak bunun yolu tüm yeryüzünde adil bir düzenin kuruması için gayret etmekten geçer.