Sabah kalkıp işe gidiyordum. Her zaman gittiğim yolda yine trafik vardı, fakat bu trafik diğer günlere göre biraz daha farklı gibiydi. Eskiden yavaş da olsa ilerleyen trafik bu sefer hiç  ilerlemiyordu. Neyse ki çok uzun zaman önce bisiklet kullanmaya başlamıştım ve her gün işe bisikletle gidiyordum. Tıpkı bugün gibi. Çok uykum vardı. Geldiğim yolu bile hatırlamıyordum. Çalıştığım ofis bir plazanın en yüksek katlarından birindeydi. Benim ofisim otuzuncu kattaydı terası saymazsak plaza ise otuz üç katlıydı. Her zaman ki gibi işe ilk gelen ben olmuştum. Bu erken gelme olayı -benim için sorun ama patronlarım için takdir edilesi- durumu canımı çok sıkıyordu. Gerçi ne kadar geç çıkmaya çalışsam da yatakta uyuma sürem maksimum beş on dakika uzuyordu. Ben de gözümü açmışken tüm kuvvetimi toplayıp kendimi önce yataktan atıyor sonrasında da hızlıca evde dışarıya çıkıyordum.

  Ofiste hizmetli olarak çalışan ablamız, ben ve bir de işe yeni başlayan bir çalışan vardı. Abla mutfakta çalışıyordu ben masamda dünden kalan ve bugün yapmam gereken işlere bakıyordum. Yeni çalışan ise bir şeyler yapıyordu ya da bir şeyler yapıyor gibi görünüyor ama ne yaptığını bilmiyordu. Ofis çok sessizdi, bu sessizliği çok seviyordum ama bu sessizliği kendi evimde yaşamak daha çok hoşuma gidiyordu. Ofise geldiysem ses olmasını, insanları görmeyi tercih ediyordum. Neyse diyerek kulaklığımı taktım ve son sese yakın müziğimi açıp çalışmaya başladım. Gündüz vaktinde ofisin ışıkları kapandı çok aldırış etmeden çalışmaya devam ettim. Kendimi o kadar çok kaptırmıştım ki, sanki bir yıllık bütün işleri yapıp bir yıllığına izine çıkacak gibi çalışıyordum. Her işimi hallettim ve kafamı kaldırdığımda ofisin boş ve ışıkların da kapalı olduğunu gördüm. Kulaklıklarımı çıkardım ve elim telefona gitti. O sırada bir numara arıyordu ve açtım. Arayan yıllar yıllar önce beni reddetmiş olan, benim ise çok sevip değer verdiğim bir insandı. Bana ağlayarak veda konuşması yapıyordu. Ben ne zaman konuşmaya çalışsam ‘’Hayır, sus sana bir özür borçluyum.’’ diyerek benim konuşmamı engelliyor ve cümlelerine kaldığı yerden devam ediyordu. Vedalaştıktan sonra bir şey dedirtmeden telefonu kapadı. Sonra telefonuma baktığımda yüzlerce arama gördüm. Ailem, arkadaşlarım, bilinmeyen numaralar… Ne olduğunu anlayamadım. Plazanın camından dışarı baktığımda kapalı bir hava, trafiğin içerisinde boğulmuş bir şehir görünüyordu. Her şey normaldi.

    İlk önce ailemi aradım kimse telefonuna cevap vermedi. Bu durum beni gitgide korkutmaya başladı. Daha sonra yakın arkadaşlarımdan birini aradım. O telefonu açtı ama sesi nefes nefese geliyordu. ‘’Kaçıyorum, olduğun yerden kaç!’’ dedi ve telefon kesildi. Tekrar aramaya çalışsam da telefon hatlarının kesildiğinin farkına telefonumun ekranına bakınca anladım. Ofiste bulunan televizyonu açtım. Bütün kanallar karıncalıydı. Hiç yayın yapan yoktu derken bir tane yayın yapan kanal buldum. Bu kanalı daha önce hiç görmemiştim. Acil Yayın Kanalı adlı bir kanaldı ve ekran göktaşının Dünya’ya çarpmasına on beş dakikası kaldığını söylüyorlardı. Ben bunun bir şaka olduğunu düşündüm. Pis bir şaka ama son derece gerçekti. O andan bu zaman çarpmasına sadece bir dakika kaldı ve çarpacak göktaşını son derece net bir şekilde görüyorum….