İlk çağlardan bu yana değişmedi insanoğlunun savaşı. Taş uçlu mızraklarla başlanan yaşam mücadelesi sivri uçlu dillerle devam etmekte bu günlerde. Mızrak, ok, silah gibi araç gereçlerin yerini, iyi laf yapan ağızlar aldı git gide. Savaşlar cephe zaferleri yerine, algı yönetimi gibi psikolojik etkileri olan kelimeler ile kazanılmaya başladı.
Herkes uyum sağlayamadı elbette bu düzene. Genlerinde mücadele, savaş, çalışkanlık olanlar pek kolay kabullenemedi icraat yerine kuru lakırdılarla güç elde edilmesini. “Ben buyum” deyip devam ettiler çalışmaya, çalışmaya ve çalışmaya. Birilerinin çalışması lazımdı elbette ki birileri de bu çalışanlar üzerinden geçinebilsin. İkiye ayrıldı insanlar. Çalışanlar yani sürekli yerinde sayıp, yenildikçe mücadele eden asla pes etmeden başarmak için çırpınıp duranlar. Bir de konuşanlar yani yapılan her işi kendi yapmış gibi gösteren, yerinden kıpırdasa bu kıpırdayışını “vücudumun glikoliz evresi  ile başlayan döngülerinin ürettiği 38 ATP sini vücut hücrelerime böldüğümde kolum için ayırdığım oranının katma değerli kullanımını değerlendirirsek yaptığım iş ….” Gibi cümlelerle anlatanlar. Hepimiz aldanırız bu cümlelere. Kocaman bir “vay be” deriz hatta. Ne zamanki böyleleriyle aynı işleri yapmak üzere birleşmek zorunda kalırız, ancak o zaman fark ederiz bu pazarlama gurularının aslında sadece zırvaladığını. Ne yaparsın işte bu da 21. Yüz yıl insanlarının savaşma şekli.
Ya bu düzeni kabul etmeyip ayakkabının görünmeyen ama sürekli aşınan tabanına döneceğiz ya da herkesin gördüğü ama sadece görüntüden ibaret olan süslü dış kısmına. Söze gelince kolay da vicdanıma kolay gelmiyor böyle boş laflarla süzülmek. Hep dünyada bir şeyleri değiştirme isteğiyle yol alırken şu hayatta, yalnızca çalışanların zafer kazandığı bir dünya için ölene kadar çırpınacağına söz veriyor bir yanım. Kahkahalarla alay ediyor diğer yanım.
Öyle ya da böyle hep bir savaş halindeyiz işte. Nasip değilmiş demek doğru gelmiyor bana öyleleri karşısında yenildiğinde. “Onlarla savaşacak kadar karakterimi yitirmedim” demek daha doğru geliyor. Tevazu, edep, vicdan geliyor bir de dilime. Ne çok kişinin hisleri yoksun bu kelimelerden son dönemlerde. Etrafta o kadar çok var ki onlarla baş etmek için onlar gibi olmak zorunda kalıyor insan kimi zaman. Ve kimi zaman sırf bu yüzden kendini tanıyamıyor.
Ne yapmalı, nasıl davranmalı bende bilmiyorum ama en azından olan bitenin farkındayım. Belki benim gibi farkında olan ve bir şeyleri değiştirmek için çırpınan birilerine ulaşır yazdıklarım. “Merve, yenilme, onlar gibi olma, olmayalım” diyen birileri çıkar kim bilir? Modern dünyanın modern savaşlarıyla uğraşmaktan daha faydalı işler için harcasak enerjimizi keşke. Ve keşke bir gün ayak tırnaklarımızdan sökülüp bitecek olan şu hayatlarımızı birbirimize zorlaştırmasak.
Bitmeyen savaşların, tükenmeyen askerleri, umarım kiminle, nerede, nasıl olduğunuzun bilincindesinizdir.