Dağlara çıkarım kimi zaman. Tırmana bildiğim kadar yukarıya tırmanırım. Yorulurum ve bir ağacın gölgesine otururum. Önce çayırların ıssızlığının ve tazeliğinin kokusu gelir burnuma. Sonra ayağa kalkarım. Kollarımı yukarıya doğru kaldırıp gökyüzüne bakarım. Gökyüzüne yaklaştığımı hissederim sonsuz maviliğinde kaybolurum.

   Bir deniz kenarına inerim. Dalganın önümde kararsız bir şekilde git gelini seyrederim. Dalganın sesi uykumu getirir. Rüzgârın kollarına bırakırım kendimi. Sonsuz ve hiç bitmeyecek temiz havayı içime çekerim. Yosun kokusu gelir burnuma, denizin yüzeyine sıçrayıp yiyecek bir şey arayan balıkların çıkardıkları sesleri duyarım. Sonra derin bir uykunun içerisinde kaybolurum. Rüyamda görürüm denizi…

   Bir ormanın karanlık gölgelerinde yürüyüş yaparım. Yeşilliğin içerisinde kaybolurum. Ayağımı toprağa basarım. Bir köşeye çekilir, kafamda şiirler yazarım. Kafiyesi olmayan, dörtlük kuralından uzak, düzgün ve kısa cümlelerle. Sonrasında bırakırım kendimi ormana. Bir nefes alırım burada da. İçime çektikçe çekerim. Oksijenin tadının farkına varırım. Sonu yok, o kadar güzel ve berrak… Yanımdan sayısız böcek geçer. Bazılarını izlerim, bazılarının da peşinden giderim. Yuvalarına kadar takip ederim.

   Bazen doğanın içerisindeyken bir köpek gelir yanıma. Önce çekinen gözlerle bakar bana. Kalbimin atışını hisseder, sonrasında izin verir ellerimin ona dokunmasına. Yavaşça eğilirim onun yanına ve sevmeye başlarım. O kadar severim ki kuyruğunu sallamaktan yorulur. Ardından ayağa kalkar ve yürümeye başlarım. O da peşimden gelir. Bütün gün gezeriz. Nereye gittiğimiz belli olmadan. Bir sağa gideriz bir de sola. Bilinçsiz bir şekilde yürürüz. Su içer, yemek yeriz beraber. Akşam hava kararmaya yakın o artık benden ayrılır. Onu bekleyen diğer arkadaşlarının yanına gider ben de evime giderim. Havanın aydınlanmasını beklerim. Hava aydınlanıncaya kadar uyurum ki zaman çabuk geçsin.

   Hava aydınlandığında yeni bir maceraya doğru çıkarım evden. Etrafımdaki insanların şaşkın bakışlarına aldırmadan uzaklaşırım onlardan. Kendimi doğaya, havaya, suya, karaya bırakırım. Ayaklarım elbet götürür beni bir yere derim. Yürüdükçe yürürüm. Bazen bir deniz kenarına bazen bir ormana bazen de bir tepeye giderim ama bugün bir dağ yamacında bulunan bir mağaraya geldim. İçerisinde çok az kişinin bildiği ufak bir şelalenin olduğu. İnsanların burayı bilmemesinden dolayı doğal olarak kalmış bir yer burası. Kendimi suyun sesine, mağaranın karanlık serinliğine ve eşsiz doğasına bırakıyorum. Gözümü kapatıyorum hiçbir şey düşünmeden, bir şeyi dert etmeden… Suyun sesi o kadar güçlü ki, belirli bir zaman sonra ona alışıyorum ve o güçlü ses sanki doğal bir sesmiş gibi gelmeye başlıyor. Günümü burada geçiriyorum. Bu tarz yerlerde hızlıca geçen zaman neden insanların yanındayken de hızlı bir şekilde geçmiyor?

   Her gün benim için yeni heyecan ve yeni macera oluyor. Çevremi tanıyorum. Çevremi dinliyorum ve kendimi doğaya bırakıyorum. Günlük insanların stresini ve dertlerini düşünmeden. Kendimi tanımaya çalışıyor, doğanın bana yardımcı olacağını düşünüyorum. Her günüm böyle geçiyor. Bunları yaptığım için insanlar bana berduş diyorlar. İşin gücün yok mu diyorlar. Hiç bilmiyorlar ki aslında onlar yaşamıyorlar, onlar uyanmayı yaşamak sanıyorlar.