Bu haftanın gündemi haberciler mi olmalı bilemiyorum. Her 10 Ocak’ta bütün basın çalışanlarının sıkıntılarından bahsedilir. Ve her 10 Ocak’ta yıl boyunca haber yapmak için peşlerinden koştuğumuz siyasiler, oda ve dernek başkanları bizi hatırlarlar. Basın mensupları topluca kahvaltılara, yemeklere davet edilirler. O yemeklerde de hazırladıkları küçük hediyelerle basın emekçilerinin gönlünü almaya çalışırlar. Peki 11 Ocak’ta ne mi olur? 
Hiç bir şey!
Yani kocaman bir hiç verilir gazeteci emekçinin eline. Kaldığı yerden başlar, haber koşturmaya ve hayatta kalma mücadelesi vermeye. 
Gazete, TV, Radyo, İnternet sitesi sahipleri en karlı çıkmıştır, hepsinde boy boy ilanlar yayınlanmıştır çalışan gazeteciler in gününü kutlamak için. 
Ama çalışanların elinde 11 Ocak’ta ne mi olur?
Hiçbir şey!
Kaldığı yerden başlar, haber koşturmaya. Patronlarının yayınlanmasına engel olamayacağı haberler bulmaya. 
Zor zanaattır aslında gazetecilik, habercilik. 
Kaldırımdaki taşı yazsan Belediye başkanına yaranamazsın, yazmasan ise taşa takılan sana kızar, pazarcıyı yazsan pazarcı, zabıtayı yazsan zabıta, doktoru yazsan doktor, hastayı yazsan hasta, kimi yazsan düşmanın olur hemen. Patron sa hep kızar. 
Gazetecilik mesleğini yapanların en birinci düşmanı ise kendi meslektaşlarıdır. Her gazeteci kendini dev aynasında görür, karşısındakini ise küçükken başı ezilecek bir düşman, bir rakip olarak görür. Gazetecinin dostu olmaz hiçbir zaman, sadece menfaati çakıştığı kişilerle ortak çalışır. Yaşlanıp emekli olmadan bir çırak yetiştirmez, bildiğini kimseye öğretmek istemez. 
Bu sebeplerden ötürüdür ki birlik oluşturamaz gazeteci, sendikalaşamaz. Patron her zaman kötüdür ama hiç te karşı koyamaz ona, her emrine itaat eder. O söyler yazar, o söyler çizer. O ne verirse ona razı olur. sesi çıkmaz.
Fakat egosu o kadar büyüktür ki, aynada gördüğünü kendine yakıştıramaz. O yüzden hep eleştirir, hiç beğenmez kimseyi. 
Şimdi bu yazdıklarım yüzünden çok tenkit alacağım farkındayım. Ama sektörü ne hale getirdik farkında değil misiniz? 
Düne kadar kırmızı halı serilerek makamlarda kapılarda karşılanan gazeteciler şimdi o itibarın zerresini bulabiliyor mu. 
Hep eleştirmek dışında birlik olabilmek için ne yapabildik. 
Bugün itibarsızlaştığını düşünüyorsan bu mesleğin önce sen sahip çık mesleğine, meslek arkadaşına.
Hiçbir patron; gazeteci istemedikçe sansür de uygulayamaz yazılanlara. 
İş kaygısı yaşayanın kaleminden ne kadar doğru çıkar. Hak ettiğin yerde değilsen sen hakkını savunmadığın içindir. 
Sen meslektaşının hakkını savunmazsan, kaleminin hakkını nasıl savunacaksın?