Çoğumuzun mutlu olma sebebi olarak gördüğü başarı ne kadar da farklı anlamlara karşılık geliyor her birimizin zihninde. Böylesine göreceli bir kavramı nasıl oluyor da eğitim hayatımız boyunca aldığımız notların, sınav sonuçlarının içine hapsedebiliyoruz.
Küçücük yaşlarımızda çevremizde gördüğümüz her şeyi merakla sorgulayan cümlelerimiz gittikçe köreltiliyor eğitim hayatımız içerisinde.  İki artı iki kaç eder diye sorduğumuzda dört cevabını verene “niye” dediğimizde nasılda yadırganıyoruz. Sürekli doğru sorular sormaya karşı şartlandırılan zihnimiz var olan sitemin bir parçası olarak yetişmek üzerine eğitiliyor. Üniversiteye kadar öylesine meşgul ediliyor ki zihnimiz, biz kimiz? Neyiz? Ne yapıyoruz? Ne seviyoruz? Nereden gelip nereye gidiyoruz? Diye düşünecek vakit dahi bulamıyoruz. Üniversiteye gelince işler biraz değişiyor tabi. Doğup büyüdüğümüz aile kültürümüzün dışına çıkmak, farklı kültürleri keşfetmek çok şükür ki sorgulayabilme yetimizi bize yeniden kazandırıyor. Bu yetimiz sayesinde tanıdıkça, öğrendikçe doğruyu, yanlışı sorgulayıp kendi doğrularımızı bulabiliyoruz. Kendi doğrularımızı buldukça da kendi başarı tanımımızı yapabiliyoruz. Sorgulama kelimesini duymaktan ürken birçok aile olduğunu biliyorum. Korkmayın, zannettiğiniz kadar kötü bir anlamı yok bu kelimenin. Çocuğunuza öğrettiklerinizin doğruluğundan bu kadar mı şüphe duyuyorsunuz da sorgulamasından korkuyorsunuz? Bırakın her çocuk küçük yaşlarda yanlış ilkokul, yanlış öğretmen yüzünden kaybettiği çok önemli yetilerinden biri olan sorgulamayı yeniden öğrensin. Sorgulasın ki emekleriniz boşa gitmesin, kendini olduğu gibi ifade edebilmenin bir yolunu bulsun, yaptığı her ne olursa olsun kendi imzasını atabilsin.
Yapılan en büyük hatalardan biri de daha küçük yaşlarda çocuklar için en doğru üniversite neresi diye tasalanmak. Oysaki en doğru ilkokul, en doğru öğretmen neresi diye tasalanılsa çocuk zaten en doğru üniversiteyi kendisi bulacak ve ailenin kedini yormasına hiç gerek kalmayacak. Yok, bize ilkokul için tasalanıp gerisini çocuğa bırakıp kenara çekilmek yetmez, illa bir şeylere tasalanmamız lazım anne baba olmanın kuralı budur diyorsanız, çocuğunuza parasını işletmeyi öğretmeye tasalanın. Sürekli para biriktirmeyi öğretiyorsunuz ya hani, onun yerine elindeki parayla para kazanabilmesini öğretin mesela. İlkokul yıllarında çocuğunuzun yatırımcısı olun. Aylık üç beş lira fazladan verip bu parayla bir şeyler alıp satmasına teşvik edin, bunu becerebilmesiyle övünün, para kazanmayı, kendine güvenmeyi öğretin, sonra bırakın çocuğunuz yürüsün gitsin. Böyle bir çocuğun hayatta başarısız olması mümkün olabilir mi?
Yalnızca sisteme uyum sağlaması üzerine yetiştirilen nesillerden daha güzel bir dünya kurmaları beklenemez. Neyin neden olduğunu düşünmesine dahi izin verilmeyen çocuklar yeni bir dünya inşa edemez. Başarıya giden yolda çocukların biraz da hata yapmalarına izin verelim.  Zaten çocuk hedeflediği her şeyi başarıyorsa kapasitesinin farkında olmadan, gücünün yettiğinden küçük hedefler ortaya koyuyor demektir. Çünkü hata varsa, öğrenilecek bir şey var öğrenilecek bir şey varsa da kendini geliştirme fırsatı var.
Zaten kendini geliştirdikçe potansiyelini keşfedenlerin,  başarıya giden yolları başarısızlıklarla doludur. Başarısızlıklarından ders alıp ileri düşenler, kendi tanımladıkları başarıya eninde sonunda ulaşacaklardır.
Benim tanımıma göre ise başarı Churchill’ın da dediği gibi;  başarısızlıktan başarısızlığa hevesini kaybetmeden koşabilmektir. Ben başarısızlıklarımla var olduğumu düşünüyorum. Sürekli yeni bir şeyler deneyerek başaramadıklarıma, başardıklarımdan daha fazla önem veriyorum. Başaramadıklarım, hayatta hala başarmak için uğraşmamı gerektirecek bir şeyler olduğunu bana hatırlatarak bana enerji veriyor. Bana göre, annenize, babanıza ya da arkadaşlarınıza göre değil kendi değerlerinize ve isteklerinize göre; başarılar dilerim.