Adapazarı’nı Sakarya’ya mağlup eden koca koca adamlar; ‘Adapazarı’nı yanlış yazdın diyen çığlıklarınızı duyar gibiyim.
Sakin olun, ölümcül bir hata değil!
***
Şöyle yazmış zamanında yazar:
…Adam:
- Sen nereye gidiyorsun hemşerim?
dedi…
- Adapazarı’na dedim.
- Adabazarlı mısın?
‘P’yi ‘B’ gibi söylemesinden bizim memleketin yabancısı olmadığını anladım. Gözümün önüne Çarksuyu, Erenler Tepesi, Beşköprü’deki Hacıbey’in Köşkü, amcamın, balkonunda çingenbacak elmaları kabaran evi geldi…
***
Türk edebiyatının büyük öykücüsü böyle dillendiriyor Adapazarı hasretini ‘Hikaye Peşinde’ adlı eserinde Sait Faik Abasıyanık.
Büyük yazar 1906 yılında Adapazarı’nda dünyaya gözlerini açıyor. Yaşamının büyük bir kısmı burada geçiyor ve kaleme aldığı eserlerin birçoğunda Adapazarı’ndan bahsediyor.
Bugün Abasıyanık’ı bütün Türkiye ‘Ada’nın yazarı’ diye biliyor. Haksız değil tabi ki kimse. Ancak Abasıyanık sadece Burgaz Adası’nın değil Adapazarı’nın da yazarıdır.
Adapazarı ile Abasıyanık arasındaki bağı güçlendiremediysek, biraz da bunun suçunu kendimizde aramalıyız.
***
Salı günü bizim gazetenin manşeti başarılıydı.
Büyük yazarın ölümünün 61’inci yılını unutmayan gazete, yazara kendi memleketinde ‘birazcık saygı’ gösterilmesini istedi.
Bu saygının en büyük parametresi de tabiî ki, Mithatpaşa Mahallesi’ndeki Abasıyanık Parkı’nın ve park içerisindeki Sait Faik heykelinin rezil durumu.
Bu şehir ve bu şehrin yöneticileri Sait Faik’e sırt çevirmiştir; onun mirasını kabullenmemiş ve Adapazarı’nı ‘Abasıyanık’ın şehri’ olması için hiçbir adım atmamıştır.
Hep Ada’lı yazar olmuş ama hiç Adapazarılı yazar olamamıştır. Buna sahip çıkmamız için de bizim güçlü bir irade gösterdiğimiz söylenemez.
Bunun heykel gibi dimdik duran ispatı da o parktaki Abasıyanık heykelidir.
***
Ne zaman Abasıyanık heykelini görsem, içim acıyor! Sonra Nazım’ın şu sözleri aklıma düşüyor:
“Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil,
Anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor.”
***
Sonra aklım Yunanistan’ın Kavala limanına firar ediyor bir çırpıda. Üzülüyorum; kendi değerlerimize karşı biz neden böyle hoyratça davranıyoruz diye yüreğim burkuluyor.
***
Aklım Yunanistan’a firar ediyor; çünkü ömrümdeki en büyük şoklardan birisini Kavala’da yaşadım. İlk kez Yunanistan’a seyahat ettiğim zaman Osmanlı için de önemli olan liman şehirlerinden Kavala’yı özellikle görmek istemiştim.
Balkan dağlarının sıcak denize ilk temasını gerçekleştirdiği Kavala körfezine kuş bakışı manzarası bulunan eski Kavala sokaklarını dolaşırken büyük bir heykel meydanda karşıladı beni.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın at sırtında muhteşem heykeli Yunanlılar tarafından yapılmış ve hemen Osmanlı Valisi’nin yaşamını geçirdiği müze evin yanına dikilmiş.
Yunan topraklarında bir Osmanlı Paşa’sının heykeliyle karşılaşmak beni etkiledi hiç şüphesiz. Hele ki, o heykel daha sonra Osmanlı Sarayı tarafından asılmış bir adamın heykeli olunca daha da bir tuhaf oluyor insan.
Nedenini sorunca, rehberden aldığım yanıt şu oldu; Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Kavala’ya yapmış olduğu hizmet ve iyiliklerinden dolayı bir nevi minnettarlık.
Gururum okşanmadı desem, yalan olur.
Tarihe; o tarih kimin ve kimden gelirse gelsin sahip çıkmasını iyi bilen Yunanlıları bir kez daha takdir ettim.
***
Peki biz?
Bizans’tan miras kalma ‘Justinianos Köprüsü’nü ‘Justinianos’ diye adlandırmayı bıraktık.
Çağdaşımız olan Sait Faik Abasıyanık heykeline kuşlar gagalasın diye tutuyoruz sadece.
Yazık!
O heykel Adapazarı merkezine yakışır. Abasıyanık şehriyle buluşur.
Adapazarı Belediyesi şehrin değerlerine böyle sahip çıkar.
Yunanistan Kavala'da Mehmet Ali Paşa'nın heykeli | Adapazarı'nda Abasıyanık'ın heykeli |