Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda açılan fabrikalardan birinde vardiyalı bir şekilde çalışıyordu. Vardiyalar ay ay bir gündüz bir gece olmak üzere değişiyordu. Geçen ay gündüzcü bu ay ise gececiydi. Gececi olunca hayattan kopuyordu. Çok çabuk yoruluyor, arkadaşlarını göremiyor ve ülke genelinde neler olup bittiğini çok fazla takip edemiyordu. Uğruna savaştığı ve o savaşları alnının akıyla kazanıp bir ülkeyi kurtarıp hatta ülkenin baştan kurulmasına, ayağa kalkmasına katkı vermişti. Ülkeyi kendi evladı gibi görüyordu. Ondan gece vardiyası sebebiyle uzak kalmak, haber alamamak onu çok üzüyordu.

    Dokuz Kasım gecesi çok çalışmıştı. Ne savaşlar görmüş gazi vücudu çok yorgun düşmüştü. On Kasım sabahı işten çıkıp eve gidiyordu. İçinde bir huzursuzluk vardı. Bu sabah sanki güneş aynı şekilde doğmuyordu. İçindeki karanlığa kapılmak istemedi. Vücudunun el verdiği kadar adımlarını hızlandırdı ve ev diye tabir ettiği sadece içerisinde bir yatak bulunan gecekondusuna girdi. Hiç yapmadığı bir şeyi yaparak kıyafetleriyle attı kendini yatağa. 

       

    Hemen uyudu. Uykusunda kötü rüyalar görmüş olacak ki yataktan terlemiş şekilde kalktı. Gözlerini ovuşturdu. Bu sırada içini kaplayan huzursuzluğu hissetti. Uykulu gözlerle etrafa boş boş baktı. Havanın kararmaya başladığını görünce işe gitmek için evden çıktı. O kadar isteksiz ve huzursuzdu ki gece yattığı kıyafetleri değiştirmeden işe gitmek üzere evden çıktı. Halsiz, isteksiz ve nedenini bilmediği bir huzursuzluk içerisinde…  İş yerinin yakınında bir matbaa vardı. O işe giderken matbaa hep kapalı olurdu, fakat bugün açıktı ve içerisi hıncahınç kalabalıktı. Herkes harıl harıl çalışıyordu. İster istemez matbaa dükkânına yaklaştı. Ne oluyor ne bitiyor diye dükkânın içine baktı ve gazete basıldığını gördü. Çok şaşırdı bu duruma. İçerdekilerden birine ne olduğunu ve basılan gazeteyi sordu. O kişi de ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle önce ona baktı ve sonrasında da basılan bir gazeteyi uzattı. Gazete başlığında "BÜYÜK MİLLİ MATEMİMİZ" yazıyordu. Bunu görünce olduğu yere yığıldı kaldı.

    Ona bu ülkeyi bırakan, onu bir birey yapan, ona bu gazeteyi bile okumasını sağlan, ona bir iş, hayat ve özgürce yaşama imkânı sunan ve onun önderliğinde başarılı savaşlar geçirdiği komutanı, lideri, cumhurbaşkanı ve Atası artık vefat etmişti. Matbaadakilerin yardımıyla ayağa kalktı. İş yerine gelemeyeceğini söyledi. Babası olarak gördüğü Atasının yanına gitmeli ve ona son kez selam verip veda etmeliydi. Gecekondusuna gidip bütün gece hazırlandı. En temiz kıyafetlerini giydi ve şapkasını taktı. Sabaha karşı emin adımlarla Dolmabahçe Saray'ına doğru yola çıktı. İçi paramparça olmuştu. Durup durup gözünden yaş geliyordu, fakat ağlamamalıydı çünkü şu anda o karşısında olsa ona ağlamamasını aksine onu hatırlayıp daha çok çalışmasını, ülkeyi kalkındırmak için mücadele vermesini, onun ilkeleri ve inkılapları ışığında ülkeyi ve toplumu muasır medeniyetler seviyesine çıkarması için var gücüyle mücadele etmesini isterdi. Çünkü ona göre umutsuz durumlar yoktu…

    Dolmabahçe'ye yakın bir yerde insan kalabalığı sebebiyle durdu. Kalabalığın içerisinde ilerlemeye çalışsa da bu mümkün olmadı. Atasına, liderine, komutanına ve özgürce yaşadığı ülkenin kurucusuna şapkasını çıkartarak son bir kez eğilerek uzaktan da olsa selam verdi. Hızlı bir şekilde arkasını dönerek kalabalık arasından uzaklaşırken akmak isteyen gözyaşlarına bir kez daha izin verdi. Kasım'ın 10'u artık matem günüydü.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı ve özlemle anıyorum…