Hiç, bir tiyatro oyunu içinde olduğunuzu düşündünüz mü ? Onlarca insan sizi izlerken elinize tutuşturulan senaryodan üzerinize düşen rolü oynadığınızı?
Bir ucundan diğer ucunu görmeyecek kadar uzun bir tiyatro sahnesinde gibiyiz hayatın içinde. Sahnenin uzunluğu ne kadar belirsizse, izleyicilerin sayısı da o kadar belirsiz işte. Bir de tiyatro salonunun içinde olup da, sahneye arkasını dönenler var elbette. Onları oynadığınız tiyatronun seyircisi sayıp saymamak size kalmış.
Her yeni perdede yeni bir rol ile çıkıyoruz sahneye. Bitmiyor tükenmiyor çeşit çeşit roller, tiplemeler. Ve her bir rolde farklı bir rol arkadaşı eşlik ediyor bize. Anne, baba, arkadaş, sevgili, yönetici… Bazen başrolü oluyoruz senaryoların, bazense figüranı. Hatta dekoru bile olabiliyoruz bazen sahnenin. Kimi rollerin üstesinden oscarlık performansla geliyoruz, kimlerinde ise yuhalanarak sahneyi terk ediyoruz. Öyle ya da böyle elimize tutuşturulan neyse onu yapıyoruz. Ev dekoruyla hazırlanmış sahnenin perdesi aralanıyor, iyi aile annesi/babası/çocuğu rolüne bürünüyoruz. Okul dekoru hazırlanıyor, perde açılır açılmaz hocalarımıza, arkadaşlarımıza karşı hazırlanmış olan senaryodaki görevimizi yerine getiriyoruz. Kimi zaman senaryoları biz yazıyoruz, kimi zamansa olmamız istenen karaktere bürünüp senaryodan payımıza düşenleri oynuyoruz. Duyduklarımız, yetiştiğimiz ortam, tecrübelerimiz, mahalle baskıları… her şey ama her şey etkiliyor yazılan senaryoları.
Öyle ya da böyle hiçbir zaman kendimiz olamıyoruz. Hatta çoğu zaman kim olduğumuzu biz bile bilmiyoruz. Oynadığımız rollerden hangisiyiz, hangisi ile mutluyuz karar veremiyoruz. Yüksek sesle bir şeyler söyleyip duran dış sesler yüzünden iç sesimize kulak veremiyoruz. Kulakları sağır eden dış seslere ve elimize tutuşturulan senaryolara dur deme zamanı gelmedi imi artık?
Her neyse….
Yazı bittiğine göre hadi sıradaki rolümüzü bıraktığımız yerden oynamaya devam edelim.