‘’Baba uzayda kaç tane gezegen var?’’
‘’Bilemiyorum oğlum ama sayamayacağımız kadar var.’’
‘’Neden sayamıyoruz?’’
‘’Bilemiyorum oğlum. Belki de matematiğimiz ve bilgimiz buna el vermiyor.’’
‘’Peki, baba matematiğimiz ve bilgimiz el vermiyorsa neden kendimizi eğitmeye çalışıyoruz?’’
‘’Aaa… sen akıllı bıdık mı oldun bakayım? Ne bu sorular? Haydi, kalk annenin yanına git, biraz da ona sor bu soruları.’’
Elindeki defteriyle babasının yanından kalktı. Babası gitmeden sarıldı. Kitap okuyan annesinin yanına doğru yöneldi. Kapı hafif aralıktı, kısa boyuyla aralık olan yerden içeri baktı. Sonra kapıyı tıklattı. Annesi ‘’Gel’’ dedi. Kapıyı tamamen ittirdi. Annesi ona büyük bir gülüşle ‘’Hoş geldin küçük bey’’ dedi. O da kafasını salladı ve elindeki defterle kendini annesinin yanına attı. Annesi sarıldı, kafasından öptü. Kokladı oğlunu ve ‘’Ne yapıyorsun bakalım? Ziyaretinin sebebini öğrenebilir miyim?’’ dedi. Annesinin okuduğu kitaba dikkatlice bakarken, kafasını evet dercesine salladı.
‘’Babamla konuşuyorduk o sıkıldı benden senin yanına gitmemi söyledi bende geldim’’
‘’Olur mu öyle şey? Baban neden sıkılsın senden? O da seni benim kadar çok seviyor.’’
‘’Tamam o zaman. Anne sana birkaç soru sorabilir miyim?’’
‘’Tabii ki oğlum dilediğini sorabilirsin.’’ dedi ve kaldığı sayfaya ayracı yerleştirip, kitabı yanında bulunan ufak masanın üzerine koydu. Oğluna döndü, hazırım dercesine ellerini bağladı ve soruyu beklemeye başladı.
‘’Anne, bizim neden zaman makinemiz yok?’’
‘’Sadece bizim değil ki, kimsenin bir zaman makinesi yok çünkü zaman makinesi daha keşfedilmedi.’’
‘’Peki, anne zaman makinesi keşfedilmediyse adını nasıl biliyoruz?’’
‘’Oğlum, bu sadece bir hayal ürünü ama. Bazen insanlar hayal ederek olmayan şeyleri varmış gibi düşünür ve hissederler.’’
Elini yanağına götürdü ve düşünceli bir şekilde annesine baktı. Sonra derin bir nefes çekti ve elinde bulunan deftere bir şeyler yazmaya başladı. Annesi kafasını hafifçe öne eğip, oğlunun o deftere ne yazdığını görmeye çalıştı ama göremedi. Çocuk anlık bir hareketle kafasını kaldırdı ve annesine sorulara devam etti.
‘’Anne, bu sana son sorum sonra gideceğim, seni daha fazla rahatsız etmeyeceğim.’’
‘’Olur mu öyle şey? Sen benim oğlumsun, beni hiçbir zaman rahatsız etmezsin. Sor bakalım, bekliyorum.’’
‘’Mikroplara mikrop bulaşır mı? Onlar da bizim gibi hasta olurlar mı?’’
‘’Oğlum ne biçim soru bu? Böyle soru mu olur ufak mikrobum benim.’’ diyerek oğluna sarıldı, göbeğinden gıdıklamaya başladı ve kahkahalar havada uçuştu. Çocuk bir an durdu ve tekrar o ciddi havasına büründü ve ‘’O zaman ben biraz babamın yanına gideyim, son birkaç sorum var onları ona sorayım’’ dedi. Annesi gülen yüzüyle tamam dercesine başını salladı ve odadan çıkan oğlunun arkasından el salladı. Babasının yanına doğru yürürken bir anda durdu. Sorularına cevap alamadığını fark etti ve olduğu yere çömeldi.
Ertesi gün okula gittiğinde öğretmeni ‘’Ebeveynlere soru sorma ödevini kimler yaptı?’’ diye sordu. Sınıftaki herkes parmak kaldırdı. Bir tek o parmağını kaldırmakla kaldırmamak arasında kaldı. Bunu fark eden öğretmeni onun ismini söyleyerek, ayağa kaldırdı. ‘’Evet, ailelerimize soru sorma ödevini yaptın mı?’’ dedi. Önde olan başını kaldırarak öğretmenine baktı. Konuşmadan önce yutkundu.
‘’Evet ve hayır öğretmenim.’’
‘’Oğlum öyle cevap mı olur? Ya evettir ya da hayırdır.’’
‘’Sorularımı sordum. Aklıma takılan bütün soruları hem de ama bir cevap alamadım. Sadece sevdiler, sarıldılar, güzel sözler söylediler. Biri diğerinin yanına yolladı beni. Ödev konusunda ise teorik olarak hem yapmış hem de yapamamış oluyorum çünkü sorularımı sordum ama cevap alamadım.’’
Öğretmeni bu cevabı sonunda ne diyeceğini bilememişti. Çalan teneffüs zili öğretmenin kurtarıcısı oldu. Böylelikle bu savunması da havada kalmış oldu tıpkı annesine babasına sorduğu sorular gibi.