Sevgili okurlarım merak ettiğim bir durum dünyada bizim gibi hainlerin övüldüğü başka bir ülke var  mıdır? Tarihimizdeki, günümüzdeki vatan hainlerini değerli gösterme çabası ihanetin başka bir boyutudur. Bugün Şeyh Sait Ayaklanması hakkında bilgi vereceğim.

Şeyh Sait Ayaklanması (13 Şubat / 15 Nisan 1925)

Doğu Anadolu’da merkezî yönetime karşı gerçekleştirilen isyan hareketi. Özellikle hilafetin kaldırılmasından sonra tepkiler yoğunlaştı. Şeyh Sait Ayaklanması, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin merkeziyetçi ve laik bir anlayışla yapılanmasına karşı bu dönemde gösterilen tepkilerden birisidir. Ayaklanmanın düzenleyicileri arasında “bağımsız Kürdistan” hayalini kuran kişilerin de bulunması, zaman zaman farklı değerlendirmelere yol açsa da, ayaklanma özü bakımından devletin merkeziyetçi/laik yapılanmasına karşı dinsel simge ve söylemler kullanılarak gerçekleştirilen dış destekli bir irticai tepki hareketidir. Ayaklanma, Nakşibendî tarikatı şeyhi Şeyh Sait’in önderliğinde, bu tarikata mensup Zaza Kürtlerinin katılımıyla gerçekleşmiş ve oldukça geniş bir alana yayılmıştır.

Şeyh Sait Ayaklanması, 13 Şubat 1925 günü, Diyarbakır’ın Eğil bucağına bağlı Piran (Dicle) köyünde saklanan mahkûmları almaya gelen jandarmalara ateş açılmasıyla başladı. Şeyh Sait’in emriyle telefon ve telgraf hatlarını kesen ayaklanmacılar 16 Şubat’ta Dara­hini’yi (Genç) ele geçirerek vali ve diğer resmî görevlileri etkisiz hale getirdiler. Şeyh Sait halkı din adına ayaklanmaya çağırdı. Halka dinsel içerikli bildiriler dağıtıldı. “Halife sizi bekliyor.”, “Halifesiz Müslüman olmaz.”, “Halife memleketten çıkarılamaz.”, “Şiarımız dindir”, “Hükümet dinsizdir”, “Şeriat isteriz.”, “Kadınlar çıplaktır.”, “Mekteplerde dinsizlik ilerliyor” gibi bildirilerin ve bölgede yeterli askeri güç bulunmamasının etkisiyle ayaklanma hızla yayıldı.

 Şeyh Sait’in emrindeki beş bin silahlı aşiret mensubu üç koldan Diyarbakır’a saldırdı. Saldırganlar bir ara kente girmeyi başarmış olmalarına karşın geri püskürtüldüler ve 8 Mart’ta Diyarbakır çevresindeki kuşatmayı kaldırarak çekildiler. Son olarak Varto, Bulanık ve Malazgirt’in de ayaklanmacıların eline geçmesiyle 12 Mart’ta ayaklanma en geniş sınırlarına ulaştı. Geniş çaplı bir askerî yığınağın ardından 24 Mart 1925’te Türk Ordusu tenkil operasyonuna başladı. 26 Mart’ta Varto, 27 Mart’ta Piran (Dicle) ve Maden, 1 Nisan’da Lice ve Silvan, 2 Nisan’da Hani, 4 Nisan’da Palu, Bulanık ve Malazgirt, 8 Nisan’da Kulp ve Çapakçur (Bingöl), 12 Nisan’da ise Darahini (Genç) ayaklanmacılardan tamamen temizlendi. Ayaklanma liderlerinden Hasenalı Halit ve Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza İran’a kaçarak Şikak aşireti reisi Simko’ya sığındılar. Diğerleri ise kaçmayı başaramadı. Şeyh Şerif Palu’da yakalandı. Şeyh Sait, 15 Nisan 1925 günü Bingöl ile Muş arasındaki Bağlan’da (Solhan) yer alan Çarpuh Köprüsü’nde sıkıştırıldı ve yanında bulunan ayaklanma liderlerinden Cibranlı Binbaşı Kasım Bey tarafından yakalanarak güvenlik güçlerine teslim edildi. Böylece ayaklanma sona ermiş oldu.

Şeyh Sait ve ayaklanmaya katılanların duruşmaları ise 21 Mayıs günü başladı; mahkeme kararını 28 Haziran’da açıkladı. Buna göre Şeyh Sait’le birlikte kırk altı kişinin asılarak idam edilmelerine hükmolundu. Hüküm, 29 Haziran 1925 tarihinde Diyarbakır’da infaz edildi.

Şeyh Sait Ayaklanması, Türkiye’nin Musul sorunu ile ilgili sürecin başından beri savunduğu Musul Kürtleri’nin Türkiye Cumhuriyeti ile birleşmeyi arzu ettikleri yolundaki tezine büyük zarar verdi. Musul vilayetindeki incelemelerini Şeyh Sait Ayaklanması’nın gölgesinde sürdüren İnceleme Komisyonu, raporunu da söz konusu ayaklanmadan etkilenerek yazdı. Ayaklanma, İnceleme Komisyonu’nun İngiliz yanlısı bir rapor düzenlemesinde, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin de bu raporu aynen onaylamasında onlara kolaylık sağladı. Zaten Musul vilayetini uluslararası petrol lobisinin ve İngiltere’nin isteği doğrultusunda İngiliz manda yönetimi altındaki Irak’a bırakmayı kararlaştırmış bulunan ve bu kararına hukuksal bir zemin yaratmak peşinde olan Milletler Cemiyeti Konseyi, Şeyh Sait Ayaklanması sayesinde bu amacına daha kolay ulaştı.

Yani bugün hala sonuçlarını hissettiğimiz bir isyandır. Torunları üzülmesin diye bu gerçeklik değişmez. Kaldı ki yapılan bazı açıklamalar hala bir kesiminin ihanet içerisinde olduğunu göstermektedir. Ülkemiz içerisindeki hainlerle mücadele ederken şehit olan askerlerimizle, Yunan silahından çıkan kurşunla şehit olan askerlerimiz arasında bir fark yoktur. Şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygı ile anıyorum. Büyük Türk Milleti var olsun.