Ünlü seyyahımız Evliya Çelebi ‘Seyahatname’sinde Sakarya’dan ağaç denizi diye söz eder.
Nerede ise ağaç her şeydir diyeceğim geliyor. Bütün yeryüzü ağaçlar ile solur; soluk alıp verir. Güler, bir gülüş gönderir yeryüzü yuvarlağına.
Hayat dikilir, canlılık peyda olur.
Yöreyi gezen Fransız Kontu A. B Moustier 1962 yılında şunları yazar:
“Adapazarı nehir kenarında 10.000 kişilik bir kent. Ceviz ağacı bol. “
Adapazarı’nda o yıllarda ceviz ağacından tabanca ve tüfek kabzası yapılmaktadır.
Çok eski bir tarihi var.
Birçok medeniyet yaşıyor burada. Yeri gelince onlara da dokunacağız. İnsan bakımından da bir döl yatağı sanki. Bir çok ünlü isim burada yaşıyor ve buradan çıkıyor. Bunun bir çok nedeni var. Onun üstüne de birkaç söz söylemek isterim.
Gün be gün büyüyen, birçok kültür etkinliklerinin yapıldığı ve üniversitesi de gür gür ışıldayan bu kent bir çekim merkezi artık.
Ünlü yazar, halen yaşıyor, Allah sağlık selamet versin Necati Mert ‘Bağ Çorbası’ adlı yazısında Adapazarı için şöyle diyor: “Herkes bilir. Adapazarı’nda yetmişiki millet yaşar. Aslen her bölgesi ile Anadolulu, Kafkasyalı, Balkanlı, Batı Trakyalı, Yugoslavyalı ve büyük yüzdesi ile ‘evlad-ı fatihan’dan olan bu insanlar Adapazarı’nı ‘Gel gel kim olursan gel’ diyen bir dergah bilmişler, onun yumuşak havasında korku ve ümitsizliklerinden ve varsa ihtiraslarından sıyrılmışlardır.”
Necati Mert’le çok birlikte oldum.
Faik Baysal’la birlikte oldum.
Denk düşerse onlarla ilgili anılarımı da dile getirmek isterim.
Sakarya’nın ‘Kurtuluş Savaşı’ yıllarında da çok önemli bir yeri olmuştur. Kazım Karabekir ile Anadolu’ya ilk geçen paşalardan biri de Ali Fuat Cebesoy’dur.
Sakarya üstüne söyleyecek çok söz var.
Mesela Sakarya denince akla gelen ilk isimlerden biri ünlü hikayeci Sait Faik Abasıyanık. Onun üzerine üç yazım var. Sait Faik’siz bir Adapazarı olmaz.
Sait Faik adını taşıyan ‘Kültür Merkezi’nde çok konferans dinledik. Şimdi o sözünü ettiğim yer yıkılmış. Girişte solda bir sanat galesi vardı. Orada çok sergi gezdik, doğru sorularla bilgilendik.
Sapanca deyince akla çok şey gelir; şiir festivalleri, birlikte olduğum insanlar, tanıştığım, tartıştığım kimseler…
Arifiye yine öyle. Tren İstasyonu, okullar…
Ya… Sakarya denilince laf biter mi?
Toplanıp bir araya gelip sohbet ettiğim, gerçekten değerli insanlar.
Ve büyük deprem ve o deprem sonrasında yaşadıklarım.
Justinianus Köprüsü ve orada yaşadıklarım; oraya kadar yürüyüş yapardım.
Sakarya Köprüsü üstünde yaşadığım bir olayı anlatmadan geçmek istemiyorum.
Bir akşama doğru o tarafa doğru yürüyüş yapıyordum. Sakarya Köprüsü’ne bir geldim, ne göreyim, bir kelebekler şelalesi. Bir güzel.
Kelebek güzeldir. Kozadan çıkar ve bütün güzellikleriyle, renk cümbüşü ile uçar, ‘ucar gider’ Sakarya’da görünen köy kılavuz istemez. Günden güne bütün güzellikleri ile birlikte gelişip dönüşüyor.
Bunu seyretmek insanı bir esrime haline, bir sarhoş etmeye yeter. Bu güzel de… Biz de biz kendimiz de BU GÜZELLİĞE BİR ŞEY KATMALIYIZ, KATABİLMELİYİZ.
İmkanlarımız, istidatlarımız oranında hayata bir şey vermek, hayatı güzelleştirmekten daha güzel ne olabilir ki…
Erdoğan Sunar
Em. Kütüphane Müdürü