Bir sabah neşeli bir şekilde kalkmıştı yatağından. Aslında yorgundu, her sabah olduğu gibi. O uyurken de yorgundu yataktan kalkarken de ama hep neşeliydi. Etrafındakiler onunla olmayı seviyorlardı. Saftı, temizdi, insanları güldürmeyi, mutlu etmeyi seviyordu. Bazen gerçekten çok kötü şakalar da yapıyordu fakat insanlar artık onun bu haline alışmıştı. O kadar güzel şakanın içerisinden illa ki birkaç kötü ve çürük şaka olur deyip geçiyorlardı.
Gideceği yere doğru yol alıyordu elinde her zaman kendini önemli gösteren çantası ile birlikte. Fakat çantanın içerisinde sadece iki kâğıt ve iki tane de kalem vardı. Dışarıdan çantaya baktığınızda o büyüklük içinde çok değerli elmaslar, mücevherler olduğunu düşünebilirdiniz ya da çantanın içerisinde ağzına kadar dolu para var sanırdınız. İşte onun mizah anlayışı buydu. Değerli gözüken veya kendini değerli göstermeye çalışan şeylerin aslında içine bakmalısınız mesajını vermek istiyordu. Tabii ki anlayana. Aslında şakalarını yapma sebebi de tam olarak buradan başlıyordu.
Eskiden hayatın verdiği stres, yorgunluk ve dertler sebebiyle o da olabildiğince ciddi biriydi. Konulara büyük bir ciddiyetle yaklaşıyor, iş hayatını kendi hayatının önünde tutuyor, sistemli yaşayıp diğer insanlar gibi sokakta suratı asık yürüyordu. Fotoğraflarda numaradan mutluluk pozları verip hiç ilgisini çekmediği halde insanların çok popüler saydığı yerlere gidiyordu. Bir keresinde ilgisi olmamasına rağmen bir resim sergisine gitmişti arkadaşlarıyla. Hepsi sanki her şeyi çok iyi biliyorlarmış gibi resimlerin önünde durup süslü kelimeler kullanarak resim hakkında konuşuyorlardı. Hatta eleştiriyorlardı. Bu durum ona çok itici gelmişti. Sonuçta ortada bir resim vardı ve sanatçı resmini yapmış ve sergiye çıkarmıştı. Onun önünde durup eleştirmek ona komik geliyordu. İşte o gün ne yaptığını sorgulamaya başladı. O, artık bu gereksiz ciddiye alınan ve herkesin kendini farklı göstermeye çalıştığı hayatın içinde olamayacağının farkına vardı.
Önce işe kendini tanıyarak başladı. Kendinin aslında mutlu, her şeye gülen ve olabildiğince umursamayan bir insan olduğunu keşfetti. ‘’Gülüp geçmeliyim!’’ dedi kendisine. Değişimi o anda başladı. İçinden geldiğini söylemeye, şakalar yapmaya hatta kötü şakalar yapmaya da o dönemde başlamıştı. Acemiydi ama kısa sürede kendisi gibi olmaya, kendince şakalarını geliştirmeye, kendi gibi etrafındakileri de güldürmeye o zamanlarda başladı. İlk başlarda insanlar bu tutumunu yadırgıyordu. Nasıl yadırgamasınlar, o herkesten farklı biri olmuştu. O kendini bulmuştu. Bir keresinde bir yerde iskelet görmüş ona bile ‘’Ne kadar da zayıflamış, bu diyet adama yaramış.’’ demişti kahkahalar atarak. Yaptığı bu şaka çok hoşuna gitmiş ama etrafındaki insanlar o kadar ciddiydi ki bu şakayı oldukça garipsemişlerdi. Bu sayede genel olarak insanları umursamamayı kendi işine ve yoluna bakmayı da orada karar vermişti. Sonrasında da bugüne kadar gelmişti. Bunların hepsi ona ders olmuştu.
Bugün onu sevenler, sevmeyenler bir toprak parçasının etrafında onun için toplanmış bulunuyorlar. O artık aramızda değil. Her ölünün arkasından olduğu gibi onun da arkasından güzel sözler söyleniyor yaptığı şakalar konuşuluyor. Herkes ‘’Acaba bize son şakasını yapacak mı? Yoksa ölerek bizlere son bir şaka mı yaptı?’’ diye birbirlerine soruyorlar.
O, son şakasını yapmamıştı, sadece ölmüştü. Kendini tanıyarak, kendini keşfederek ve bu hayat denilen çok da ciddiye alınmaması gereken yerde şakalarıyla geçmişti insanların hayatından. Tabii ki benim hayatımdan da…