Yağmurlu bir sonbahar sabahıydı. Kız otobüse yetişmek için otobüs durağına doğru koşuyordu. Bu sırada kırmızı atkısı yere düştü. Kız fark etmedi ve otobüse doğru olan koşusuna devam etti. O sırada kızı izleyen yakışıklı erkek yerdeki atkıyı alır almaz kızın peşinden koşmaya başladı. O sırada yağmur şiddetini artırmış ve ağaçların üstündeki sarı yaprakları bir sağ bir de sola doğru uçurmaya başlamıştı… Yok yok bu olmadı. Bu sefer klasik bir aşk öyküsü yazmamalıyım. Sıkıcı oluyor. Bir yerden sonra konu ya mutlu sona ya da yalnızlığa bağlanıyor. En azından benim görüş açımdan bakılırsa. Kısacası sonu evlilik ya da ölümle biten yerli yaz dizisi tadında oluyor. Başka şeyler düşünmeliyim. İnsanların okuyacağı, okuyunca beğenecekleri belki de çevresiyle paylaşacakları bir şey olmalı. Her şeyden önce onları bu hayatın içinden çekip öyküdeki hayata yerleştirecek bir şey olmalı.
Yalnızlık, sevgi ve umut bir evde buluştu. İçkilerinden birer yudum aldılar. Çok samimi olmasalar da aralarda konuşuyorlardı. Aralarında küslük olmaması çok iyi bir şeydi. Derken umut ayağa kalkıp ben yoksam siz yoksunuz dedi. Bu sözden sonra hepsi ayaklandı ve birbirleriyle tartışmaya başladılar. Güzelim akşam berbat oldu. Oysa ben onların hepsine ihtiyacım olduğunu söyleyecektim. Hepsini ayrı ayrı sevdiğimi… Yok, bunu da beğenmedim. Aslında beğendim ama duygularla ilgili çok yazı yazdım. Bazısını arkadaşım yaptım bazısını da uzaktan tanıdığım bir his. Bana daha farklı bir şey lazım. Yazıyı gönderme vaktimde yaklaşıyor ve hâlâ ne yazacağımı bilmiyorum. Bir konu lazım, bir söz, bir olay ve sonrasında da ben parmaklarımı oynatmalıyım ama aklıma bir şey gelmiyor.
Soyguncu kaçırdığı arabayla trafikte tehlikeli şekilde zikzak çizerek gidiyordu. Arkasında sayısız polis arabası vardı. Bir süre sonra bu kovalamacaya polis helikopteri de katıldı. Böylelikle ışıklarla aydınlanan yol polis siren ışıklarıyla mavi ve kırmızı renge boyandı. Soyguncu gaz pedalı basılı kalmış gibi son sürat gitmeye devam ederken sağ tarafında bulunan bir tır sürücüsü aniden direksiyonu onun üstüne doğru kırınca soyguncu arabanın kontrolünü kaybetti ve yoldan dışarı çıkarak toprağa saplandı. Kendini arabadan hızlıca dışarı attı ve uçsuz bucaksız boş arazide nereye olduğunu bilmeden koşmaya başladı. Yok, bence bu da olmaz. Polis öyküleri de günümüzde çok yazılıyor ve çok okunuyor. Bana daha farklı bir şey lazım. Elle tutulan, okuyana bir şeyler katan bir konu lazım. İlk defa ne yazacağımı bilemiyorum. Konusuz ve ortada kaldım. En sevdiği oyuncağı çöp kutusuna atılmış ve bunun yasını tutarken ne yapacağını bilemeyen bir çocuk gibiyim.
Uzayın karanlık ve sonsuz boşluğunda gemisi ile sürükleniyordu. Motorları durmuştu, yaşam desteği ise çok az kalmıştı. Yakında kimsenin bilmediği bir yerde son nefesini verecekti. Belki de yaşadığı gezegenden bu kadar uzakta ölen ilk canlı olacaktı. Bu da onun ölümüne onur katıyordu. Diğer yandan da kafasından bu düşünceyi çıkartıp nasıl kurtulacağının yollarını arıyordu. Bunun için bildiği, eğitimini aldığı her şeyi deniyor ama sonuç alamıyordu. Artık gemisinin içindeki ısınma, iklim şartları ve oksijen miktarı kritik seviyeye gelmişti. Son defa uçsuz bucaksız karanlığa ve yıldızlara baktı… Yok, yok. Bu sefer de bilim kurgu yazmak benim içimden gelmiyor. O dünyaları o hayatları oluşturmak düşünmek şu anda ihtiyacım olan şey değil. Asıl ben şu anda ne yazacağımı bilmiyorum ve karanlık, uçsuz bucaksız bir uzayda sürükleniyorum. Bir şeyler bulmam lazım. Farklı ve değişik olacak, okuyanlara keyif verecek bir yazı, bir konu olması lazım. Ama bu daha önce yazdıklarım gibi olmaması lazım. İşte bir yazı yazma sürecinin daha sonuna geldik. Bu sefer de böyle oldu.