Herkes onu neşeli, mutlu ve yardım sever biri olarak tanıyordu. Sosyal hayatında herkese yardım eder, dertlerini dinler, yapabileceği bir şey varsa yardım ederdi. Bir kızı severdi. Platonik bir aşktı ama o onu yıllarca bırakmadı. Aslında kızı değil, o onu sevmeyi sevmişti. Yıllarca bu konuyla ilgili kimseyle de konuşmak istemedi. Hayatına girenlere bu olayı anlattığında herkes ondan kaçmıştı. O da en sonunda yalnız ama mutlu bir birey olmayı tercih etmişti. En büyük aşkını kalbine gömerek ve susarak.
Bir gün çalıştığı yere bir telefon geldi. Çevresi geniş, ahbabı çoktu. Bir toplantıya çağırdılar onu, kıramadı gitti. Ona siyasete girmesini teklif ettiler. Bu teklif hayatında aldığı reddedilmesi zor ancak bir o kadar da kolay olan bir teklifti. Düşünmek için birkaç hafta süre istedi. Ağzı sıkıydı. Bu tekliften kimseye bahsetmedi. Sıradan, alıştığı hayatı yaşamaya devam etti.
Karar günü geldiğinde ise teklifi kabul ettiğini söyledi. O gün başladı değişim. Eskiden bir eliyle verdiğini öteki eli görmezken artık bu yardımları, iyilikleri ve destekleri bağıra bağıra yapmaya başladı. Davulla zurnayla gitmeye başladı her yere, arkadaşlarına ayırdığı zaman bile dakikalarla sınırlıydı. O artık çok yoğundu. Yıllardır sevdiği, kalbine gömdüğü o kızı da aramış, ona durumu anlatmıştı. Kız da fırsat bu fırsattır deyip, beraber olmayı kabul etmişti. Her gittikleri yerde, beraber fotoğraflar çektirir olmuşlardı. Bunu fırsat bilen gazeteler de sayfa sayfa ülkenin güzel aşkı diye onlardan bahsediyordu.
Siyaset girince içi kirlenmişti. Yaptığı hareketler basit, söyledikleri ise inandırıcılığını kaybetmişti. Arkadaşları bu durumu ona anlatmaya çalışsalar da pek fayda etmedi hatta kötü olan onlar oldu. Ona göre arkadaşları kendisinin bu büyük başarısını çekemiyordu. Arkadaşlarına ayırdığı o sayılı dakikaları da başkalarına ayırmaya karar verdi. Etrafı kalabalık, sevdiği kız yanında ama içerisinde çok yalnız bir adam oluşturmuştu. Hâl böyle olunca bu yalnızlığın farkına varamamıştı, ta ki seçimlere kadar. Kaybettiği seçim sonrası etrafına baktığında omzundaki ceketi ile cebinde birkaç kuruşu kalmıştı. Ne yıllarca sevdiği kadın yanındaydı ne de arkadaşları. Sokak hayvanları bile kendisinden kaçar olmuştu.
Neden böyle oldu diye düşünürken, bir genç yaklaştı yanına ‘’Seni televizyonda gördüm.’’ dedi. Adam, egosunun altından gülerek ‘’Evet, doğrudur.’’ dedi. Genç biraz daha adama bakıp ‘’Seni televizyonda izlediğimde her şeyin sözünü veriyordun. Tutamayacağın sözleri vermek, siz siyasetçilerin görevi midir? Yoksa bunu bilerek mi yapıyorsunuz?’’ Ne diyeceğini bilemedi. Kaybettiği seçimin ve etrafındakiler tarafından yalnız bırakılmanın ağırlığı ve hüznü vardı üstünde.
‘’Boşver sen bunları. Seçim bitti ben de kaybettim.’’
‘’Sadece seçimi kaybetmedin farkındasın değil mi?’’
‘’Sen nereden biliyorsun bunları?’’
‘’Baksana o kadar televizyona çıktın, herkes senin yanında veya peşindeydi ama sen burada tek başına kalmışsın. Demek ki herkes seni terk etmiş. Kusura bakma ama bence bütün siyasetçilerin sonu bu. Önce etrafındakiler seni terk eder, sonra da sen seni terk edersin. Neyse, bana müsaade. Daha fazla kafanı şişirmeyeyim. Sana iyi kendini bulmalar!’’ diyerek. Yanından kalktı ve uzaklaştı.
Gencin sözleri, adamı daha da düşündürmüştü. Sadece üç, dört gün önce hayatının zirvesindeyken bir anda dibe vurmuştu. Oturduğu yerden kalktı, aldığı mağlubiyet hem seçimi hem de hayatını etkilemişti. Seçim boyunca üzerinden çıkarmadığı ceketi çıkartıp, omuzundan aşağıya sarkıtıp, ağaçlı yolda yeni hayatına, yalnızlığına adım adım yürüdü.