Bizim koruyup kollamamız için dünyaya gönderilmiş canlılar gibi davranıyoruz yeni doğan bebeklere.
Her ne kadar bizim kucağımızda gözlerini açmış olsalarda birey olarak yetişmeleri gerektiğini idrak edemiyoruz yıllarca.
Her an koruyup kolluyoruz. Her ağladığında ağzına emziği veriyoruz. Ağlamasına, ağladığı zamanlarda kendi kendine susmayı öğrenmesine İzin vermiyoruz.
Çocukluğunda, ergenliğinde hatta sözüm ona yetişkin kategorisine girdiğinde dahi koruma altında tutmaya çalışıyoruz.
Mücadele etmeyi, çalışmayı ve dolayısıyla hayata tutunmayı öğretemiyoruz. “Ders çalış” demeyi biliyoruz en çok.
Bir de “ders çalış, şu okulu kazan, bu iş yerinde çalış, böyle imkânların olsun” demeyi elbette. İşin komik tarafı, sen ders çalışıp, bu iş yerinde çalışmaya başladığında,
Böyle imkanların olacak AMA ezip geçmek isteyecekler seni, üzerine basıp yükselmeye çalışacaklar,
Sen ne kadar çok çalışsan da yaptıklarını gözlerine sokup orada burada kendini abartarak övmediğin sürece hiçbir yaptığını görmeyecekler,
Sen istemedikçe hiçbir şey vermeyecekler… Demiyoruz. Ya da belki diyemiyoruz.
Oysa hepimiz biliyoruz ki, her nerede, her ne pozisyonda olursa olsun arkasına kuyular kazıp, önüne engeller koyacaklar.
“Biz söylemeyelim, zamanı geldiğinde nasıl olsa yaşayıp görecek, hayata tutunmanın bir yolunu bulacak” deyip susuyoruz.
Zor geliyor el bebek gül bebek büyüyen çocuklara yaşayıp görmek. Tozpembe hayal ettiği hayatın griden başka hiçbir rengi olmadığını fark etmek.
Karakter oturmuş, değerler sabitlenmiş, hele bir de “iyi insan olmak” öğretilmişse, kurtlar sofrasında meze olup harcanmak yerine, kurt olup mezeleri harcamak iyice zorlaşıyor.
Doğduğu an ayakta kalmak için savaşmak zorunda olduğu bir dünyaya gözlerini açıyor aslında çocuklarımız.
Önce hepimiz bunun bir farkına varalım. Ondan sonra minik askerilerimizi, ellerimizi üzerinden çekmek zorunda kalacağımız zamana hazırlayalım.
Görevimizin onları korumak değil, hayata sapasağlam tutunabilmeleri için yetiştirmek olduğunu fark edelim.
Küçük yaşta çalışmayı, çalışırken okumayı öğretelim mesela. Erkenden tanımasını sağlayalım hayatı, kurtlar sofrasını, sofrada kimlerin harcandığını.
Düşünsenize ne kadar saçma 23-24 yaşlarına kadar enerjik, dinamik bir gençliğin sadece okula gidip gelmesi, iş dünyasını tanımaması.
Okurken çalışmasını sağlamalıyız çocuklarımızın. “ben çocuğumu okutamayacak mıyım” gibi bir komplekse girmeden.
Para kazanmayı, çalışırken yaşananları, hangi iş koluna hangi tiplerin hakim olduğunu tek tek öğretmeliyiz.
Dolaylı olarak toplumun huzurunu bile arttıracaktır bu durum.
Birçok iş koluna, emekçiye saygısı artacaktır emeğini bildiğinden. İşten kaçmamayı, her şartta ve durumda çalışabilmeyi öğrenecektir.
Hepsinden önemlisi, güçlü kalabilmeyi başarabilecektir her şeye rağmen…
Kurt mu, Meze mi?
Merve Yazıcı
Bu içeriğe tepkiniz
Yorumlar