Kendisi çok tanınmış ve bilinmiş bir senaristti. Birçok filmin ve dizinin senaryosunun altında donun imzası vardı. Sürekli düşünen, yaratan, yeni ve bir önceki işlerinden farklı işler yapmak isteyen biriydi. Bir gün arkadaşlarıyla otururken bir anda aklına ilginç bir fikir geldi. Bulunduğu yerden hemen kalkarak koşa koşa evine gitti. Arkadaşlarına durumu sonra anlatacağını söyledi. Aklına fikir geldiğinde buna benzer hareketler yapardı ama bu daha önce yaptıklarına hiç benzemiyordu.

Evde yazmaya başladı. Yazdı, durdu, düşündü bazen yazdığı yerde uyuya kaldı ama günlerce dışarı çıkmadan neredeyse yemek bile yemeden yazdı. Kafasındakileri kâğıda iyice dökmesi gerekiyordu. Yazdığı senaryoların bir tek şansı vardı. İlk okumada beğenilirse beğeniliyordu. Bunun çok iyi farkında olduğundan bu sefer aklına gelen şeyi daha bir titizlikle ve özenle yazdı. Hatta kendi çizgisinin dışına çıkarak farklı kelimeler farklı anlatımlar bile ekledi. Günlerce süren yazma işleminden sonra öncelikle senaryoyu çalıştığı yapım şirketine gösterdi. Yapım şirketinin patronu ve üst düzey çalışanları onu çok seviyordu. Senaryoyu okuduktan sonra şaşkınlıklarını gizleyemediler. Hemen reddetmediler ancak biraz mesafeli yaklaştılar. Konu çok farklı ve ilginçti. Bu yüzden birkaç yönetmene de göstermek istediler. Yönetmenler de aynı şaşkınlığı yaşadı. Fikir çok ilginçti ama nasıl çekilecek ve nasıl oynanacaktı?

Senaryonun adı konusuzdu. Başlıktan da anlaşılacağı gibi bu filmin bir konusu olmayacaktı. Konusuz olmasına rağmen senaryo o kadar güzel yazılmıştı ki, reddedilmesi kolay değildi. Bunu çekecek olan şirket, yönetmen de büyük bir yeniliğe imza atacaktı. Oyuncular, senaryodaki karakterleri oynarken aslında kendilerini oynayacaktı. Kendi hayatlarındaki kendi yaşamlarını hiç değiştirmeden oynayacaklardı. Konunun olmadığı filmin, zaman, mekânları bile senaryoda yerini almıştı. Her şey tamamdı ama konu yoktu. Konusuz film mi olurdu? İşte şimdi olacaktı. Bir tane genç bir yönetmen çıktı ve bu filmi çok başarılı şekilde çekeceğini söyledi. Senaristin yüzü güldü. Uzun uzun neyi nasıl yapacaklarını, filmde hangi oyuncuların yer alacağını, kostümlerine kadar bütün detayları günlerce konuştular. Konu çok hassas bir konuydu, çünkü bir konu yoktu. Bir şeyin olmamasını seyirciye izletmek ve seyirciye hissettirmek en zor işti. Onlar da bu işi yapacaklardı. İstedikleri oyuncularla konuştular. Onları ikna etmek kolay olmadı. Senaryoyu okuduklarında çok şaşırmışlardı. Her şey hazırdı çekimler başladı. Sanıldığından daha da zor ve uzun sürdü çekimler. Oyuncular kendilerini oynuyorlardı, zaman ve mekanlarda da problem yoktu ama düşündüklerinden zor oldu. Çektiler. Filmin ham halini yayıncılara gönderdiler ve hiçbiri kabul etmedi. Daha doğrusu bunu nasıl kurgulayıp montajlayacaklarını bilmiyorlardı. Bunu yapsalar bile seyirciye reklam yaparken ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Filmin senaristi konusuz filmini defalarca açıkladı, savundu. Dikkat çekeceğini hatta gelen insanların sırf merakından geleceğini bile söylese de çok etkili olmadı.

Konusuz filminin görüntüleri arşivlerde yerini aldı. Belki bir gün oradan çıkacaktı. Birkaç yıl sonra yurt dışında bir film gösterime girdi. Sessiz, sedasız, tanıtımsız, reklamsız… Film bir anda herkesin konuştuğu bir hale dönüştü. Filmde konu yoktu, oyuncular özel bir oyunculuk göstermiyorlardı. Kendi hayatlarını yansıtmışlardı. Markete gidiyorlar, arkadaşlarıyla buluşuyorlar, evde oturuyorlar, işe gidiyorlardı. Bu durum sadece kameraya çekilmişti. Film iki saat boyunca konusuz bir şekilde böyle devam ediyordu. Tıpkı hayat gibi…