Hikâyelerin sonu ya kötü bitiyor ya da mutlu sonla bitiyordu. Okuduğu kitaplarda hep bunu görmüştü ve artık değişiklik istiyordu. Farklılaşmak istiyordu. Tıpkı kendi hayatında farklı düşündüğü gibi. Farklı düşündüğü için herkes onu yadırgıyordu ama o aldırış etmiyordu. Kendi bildiğini, okuduğunu söylüyordu. Sistemin dayattığı veya kulaktan dolma bilgiler ile konuşmamaya özen gösteriyordu. Hâl böyle olunca toplum onu garipsiyordu. Kimisi deli diyordu, kimisi ise farklı…
Farklılaşmayı burada da gerçekleştirmek için aldı eline kâğıt kalemi, yazmaya başladı. Sevdiklerini, hikâyelerini, kafasında ne varsa kâğıda döktü. O kadar kaptırdı ki kendini, sabah olduğunu yanına gelen aç kedisi sayesinde anladı. Bir kedisi vardı. Siyah beyaz, minik burunlu, uzun bıyıklı. Ona mamasını verirken biraz uyumak için yatağına geçti. Gözünü açtığında her yer karanlıktı. Odanın ışığını açmak için düğmeye bastı fakat ışık yanmadı. Karanlıktan göz gözü görmüyordu. Kedisine seslendi ama ondan da ses gelmedi. Sanki dipsiz bir kuyunun içindeydi. Kedisi bile gelmemişti yanına. Halbuki o yatarken sürekli onu rahatsız eder, en kötüsü yanına kıvrılıp beraber uyurlardı. Bir gariplik vardı bu işte. Odanın kapısı kapalıydı. Açmaya çalışsa da beceremedi. Kapı kilitliydi. Hatta sanki arkadan bir güç açılmasın diye kapıya bastırıyordu. Hafiften telaşlanmaya başladı. Eliyle bir kıvılcım çıkartacak, ışık yakacak bir şeyler aradı fakat hiçbir şey bulamadı. Gözünü kapatıp açtı ama karanlık bütün heybeti ve sessizliğiyle oradaydı.
Kapalı kapının arkasına çömelerek, kedisine seslendi ama ondan da bir ses gelmedi. Dışarıdan da bir ses gelmiyordu. Camın yanına gitti perdeyi açtı ama en ufak bir ışık yoktu. Eliyle yokladı ve karşısında da duvar olduğunu anladı. Nasıl olurdu böyle bir şey?
El yordamı ve çok ufak adımlarla odanın içerisinde dönmeye başladı. Fakat bir şeyler bulamadı. En sonunda yattığı yere geri döndü. Sırt üstü yattı ve düşünmeye başladı. Telaşlanmıştı ve terlemişti. Bir süre düşündükten sonra uyuya kaldı. Rüyasında bir sahil kasabasının kahvesinde denize karşı oturuyordu. Elinde bir kitap vardı. Kitabın son sayfasını okuduktan sonra kendi kendine isyan ediyordu. ‘’Bu da aynı sonla bitti. Bütün kitaplar ya kötü ya da mutlu sonla bitiyor. Hiç farklı biten kitap yok!’’ diyordu. Sonrasında da kahveden kalkıp eve doğru yürürken kendisinin farklı bir şeyler yazacağına kendisini inandırıyordu. Eve vardığında da yazmaya başlıyordu. Aklına gelen her şeyi, kullanmadığı kelimeleri, bilmediği yerleri hatta hayalindeki karakterleri bile sayfalara döküyordu ve en sonunda uyuya kalıyordu.
Kedisinin yüzünü yalamasıyla gözünü açtı. Derin bir nefes alarak, bir hışımla kalktı. Kedisi korkup içeriye kaçtı. Hızlı soluk alırken etrafına baktı. Her şey yerli yerinde duruyordu. Vakit akşamüstüydü. Hemen kalkıp odasının ışığını açtı ve ışık yandı. Daha sonra içeriye gitti ve masanın üstünde yazdığı notları gördü. Her şey normal görünüyordu. Peki, o karanlık oda neydi? O da basit bir rüya mıydı? diyerek kendi kendine konuşup durumu değerlendirmeye başladı. Kafasında bunu kurguladı. O sırada bir şeyler yedi ve kedisine mama verdi. Farklı bir son arıyordu ve buldu. Bu karanlık rüyayı ve yaşattığı çıkmaz döngüyü yazma kararı verdi.