Türkiye’de bir cinayet işlendiğinde, bir terör saldırısı meydana geldiğinde veya kamuoyunda yankı uyandıran bir mesele gün yüzüne çıktığında, toplumun olaylara olan erişimi anında kısıtlanıyor. Bunun en sık başvurulan yolu ise internet erişiminin geçici olarak engellenmesi oluyor. Sanki bilgiye erişimimiz kesildiğinde, olayın kendisi de gözlerden silinecekmiş gibi bir yanılsama yaratılıyor. Oysa gerçeklerin üstünü örtmek mümkün değil; bizler artık bu konuda deneyimliyiz, her şeyin farkındayız.
Yönetenlerin internet erişimini kısıtlayarak bizi koruduğunu iddia ettikleri bu durum aslında tam aksine, güven zedeliyor. Olayların üstü kapatılmaya çalışıldıkça, bizler olayın boyutlarını anlamak için daha fazla çaba gösteriyoruz. İnsanların doğruları bilme arzusu, susturulma çabalarıyla bastırılabilecek bir şey değil. Bilgiye erişimin bu kadar kolay olduğu bir çağda, sadece birkaç saatlik bir kısıtlama bile, gerçeklerin daha çok araştırılmasına ve olayların üstüne gidilmesine neden oluyor.
Yöneticiler, bu tür kısıtlamaların kamu düzenini korumaya yönelik olduğunu iddia etseler de, bir kamu olarak bizler artık bu duruma inanmakta zorlanıyoruz. Çünkü bilgiye erişim engellendiğinde, kafalarda daha fazla soru işareti oluşuyor. Ne kadar kısıtlama getirilmeye çalışılırsa çalışılsın, toplumsal bilinç tüm bunların üstesinden gelebilecek kadar gelişmiş durumda. Sosyal medya ve çeşitli haber kaynakları sayesinde artık bilgi akışı daha hızlı ve daha geniş bir kitlenin erişimine açık.
Peki, bizi yönetenlerin sürekli tekrarladığı bu kısıtlama yöntemi, toplumsal güveni yeniden sağlamaya mı, yoksa toplumdan gerçekleri gizlemeye mi hizmet ediyor? Sorulması gereken asıl soru bu. 
Toplum olarak artık eskisi kadar kolay ikna olmuyoruz. Gerçekleri görmek ve anlamak için çok daha fazla kanala sahibiz ve her geçen gün bilgiye daha hızlı ulaşma imkanlarına kavuşuyoruz. Her engelleme çabası, kamuoyunun daha fazla sorgulamasına neden oluyor. Unutulmamalıdır ki, gerçekler gizlendiğinde değil, gün yüzüne çıkarıldığında toplum güçlenir.