“En kötü günümün sabahı ne zamandı?” diye düşündü genç adam. Karanlığı yırtarak doğmaya çalışan güneşi izlerken. “En kötü günümün sabahı ne zamandı?”
Birkaç saniye, sanki hiç en kötü diyeceği bir günü olmamış gibi hissetti. Hiç mi canım yanmadı benim diye düşünecekken aklına geldi birkaç kötü gün.
Olayları net olarak anımsayamasa da hissettiği acılardan hatırladı kötü dediği günleri. Aksi gibi o günlerde yakıp kavuran acıları, derinlerden hissedemedibu gün.
Ama gözünün önüne geliyordu kimse gözyaşlarını görmesin diye köşe bucak saklandığı, avazı çıktığı kadar haykırmamak için dişlerini sıktığı, etrafındakilere zarar vermemek için duvarları yumrukladığı sahneler.
”İlginç, oysa ki hepsi için de bu gün en kötü günüm demiştim, eminim” diye geçirdi içinden. Genç adam düşünürken, güneş her gün yeniden doğduğunu hatırlatmak istercesine gözlerini kamaştırdı, bir an için dalıp gittiği düşüncelerinden tutup çıkardı.
Bu sayede hazır olan kahvesini haber eden alarmı fark edebildi genç adam. Her sabah duyduğu alarmın bu gün ki melodisini ilk defa duyuyordu.
Her zamankinden uzun süredir çalıyordu belli ki bu gün. Gülüp geçse de kendine, aramaktan vazgeçmedi en kötü gününü, kahvesine doğru adımlarken.
Bir olay aklına geliyor, tam buldum diyecekken “yok o olay sonradan düzeldi” deyip yenisini aramaya başlıyor, bir başka olaya işte bu diyecekken “o aslında zannettiğim kadar kötü değilmiş sonradan fark ettim” deyip aramaya devam ediyordu.
Kahvesini yudumlarken hala karar verememişti en kötü gününün ne zaman olduğuna. Çünkü bu gün her şey yolundaydı.
Ne o bir daha düzelmez dediği olaylar eskisi gibi acı veriyordu, ne de çok kötü zannettikleri göründüğü kadar kötüydü.
Hayat bir şekilde her yeni doğan güneşle beraber temizleniyordu acılardan. Bir tek varlığına ihtiyaç duyduğu yakınlarından birinin, bir daha dönmemek üzere göçüp gitmesi en kötü günüm olabilir diye düşündü.
Önceden yaşadığı bir acı değildi bu. O yüzden geçip geçmeyeceğine emin olamadı. “Zaman ona da alıştırıyor” diye başlayan cümleleri hatırlasa da yine de yorum yapmak istemedi.
Madem her kötü günün geçeceğini biliyoruz da ne diye yakıyoruz canımızı diyerek sitem etti mutsuz geçirdiği günlere. Artık kendini daha güçlü hissediyordu.
Geçmez, alışılmaz zannettiği her şey geçmiş ve alışılmıştı. Bu günden sonra bilecekti, yaşadığı her acının yüreğinde misafir olduğunu.
Ne günler atlatılıyor yıllar içinde. Her yeni yıl bambaşka üzüntüler getiriyor önümüze, tıpkı bambaşka mutluluklar getirdiği gibi.
Bir sonu varken hayatın, nasıl sonu olmasın yaşanan acıların? Acı, yaşadığımız mutlu anlara bir uğrayıp gitmekten başka ne yapıyor ki? Varsın hayat onu da eksik etmesin yüreğimizden.
Geldiği gibi gider tıpkı kendinden öncekiler gibi. Boşu boşuna hiç gitmeyecekmiş gibi kalbimizin en güzel yerini ona hediye etmeyelim. 
Gideceğini bilerek, neyle gelirse gelsin buyur edip idare edelim.
Nasıl olsa zaman alıp götürecek. Üstadın dediği gibi, sen “ karıştır çayını zaman erisin, köpük köpük duman duman erisin” Zamanın eriyip giderken alıp götüreceklerine, üzülmeye değer mi?