Türkiye ekonomisinin geldiği noktayı anlatabilmek için 2000’li yılların başına gitmek gerekiyor. Türkiye’nin 2001 krizi sonrasında uygulamaya başladığı Güçlü Ekonomi’ ye Geçiş programı 2002’de göreve gelen ve bu programı tavizsiz destekleyen AKP hükümetlerinin ekonomiyi canlandırma seçeneklerini kısıtladı.
Bu program enflasyonun ve kamu maliyesinin kontrol altına alınması amacıyla devlet harcamalarını sınırlandırdı. Diğer bir taraftan bu program yatırımların teşvik edilmesi konusunda hiçbir reçete sunmadı. Bir taraftan TCMM politika faizlerini düşürdü. Diğer taraftan gerçek faizler yükseldi. Mesela %12 ile kredi kullanan kurumlar a karşın Vatandaş % 30 ile mevduat faizi aldı. Bir taraftan faizler diğer taraftan Kur Korumalı Mevduat Hazineyi bataklığa sürükledi.
Yatırım kelimesi bu programda sadece finansal yatırım bağlamında anlaşıldı. Gayrisafi hasılanın tüketim harcamaları, yatırım harcamaları, kamu harcamaları ve net ihracatın toplamından oluştuğunu hatırlarsak Güçlü Ekonomi’ ye Geçiş Programı’nın ekonomiyi canlandıracak iki temel kalemi etkisiz bıraktığını görüyoruz.
Her ne kadar tartışıldığı ilk yıllarda programın ihracatı arttırma amacı güttüğü çeşitli kesimlerce dile getirilmiş olsa da program ihracatı canlandırma noktasında da bir yol haritası çizmedi. Hatta 2002-2015 yılları arasında Türkiye’de cari açığın 1990’lı yılların ortalamasının çok üzerine çıktığını gördük. Milli gelirin yatırım, devlet harcaması ve ihracat kanallarıyla arttırmanın yollarının kapandığı bir ortamda AKP hükümetleri hane halkını borçlandırarak tüketimi canlandırma yoluna başvurdu.
Hane halkına verilen kredilerin milli gelire oranı 2002’de yüzde 3 civarında iken bu sayı 2022’de yüzde 40’lara ulaştı. Kredi kartı kullanımının yaygınlaşması ve konut kredisi piyasasının geliştirilmesi hane halklarının harcama kapasitesini (suni bir şekilde) genişletti ve ev sahipliği oranlarını arttırdı. Bu durum bir yandan AKP’ye olan siyasi desteği güçlendirirken diğer bir yandan tüketici kredileri iç talebin canlandırılmasında işlevsel bir rol oynadı.
Sonunda bugünlere geldiğimizde bu politika ülkeye büyük zarar vermeye başladı ve güncel tedbirler uygulanmaya başladı. Konut Kredisi kullanımı hemen hemen yok edildi.
AKP’nin popülerliğini koruyabilmesini destekleyen diğer bir iktisadi etken 2002-2015 yılları arasında yurtdışından gelen sıcak para girişlerine bağlı olarak TL’nin dolar ve Euro gibi temel para birimleri karşısında değer kazanması oldu. Dolar-TL paritesinin 2002-2015 yılları arasında ortalaması 1,60 idi. Tabi bu arada TL den altı sıfır atılıp psikolojik etki yaratıldığını da unutmamak lazım.
TL’nin değerlenmesi enflasyonun düşmesine katkı sağlayarak tüketicinin hem yurt içinde hem de yurt dışında alım gücünü arttırdı. Enflasyon oranı 1990’lardaki yüzde 77’lik ortalamasından 2004’te tekli hanelere indi. 2004-2016 yılları boyunca yüzde 8 civarında dalgalandı. İnşaat Ekonomisi Ekonomiyi canlandırdı gibi gözükse de diğer unsurları engellediği için top yekün büyümede negatif etki yarattı.
Günümüze geldiğimizde ise tam bir faciaya dönüştü. Dolar 20 lirayı, Euro 21 lirayı aştı. Altın 1.250 TL geçti. Bir TL ile geçmişte 2-3 Bulgar levası alınırken bugün 1 Leva 10 lira oldu. Afrika Ülkesi Nijer’in parası bile bizden daha değerli oldu.
Bu durumda bile Saraylarda şaşalı yaşamı itibardan ödün verilmez diye savundu iktidar. Oysa TL’nin alım gücü inanılmaz derecede düştüğü için ülke hızla inişe geçt. İlk iki dönem güzel işleyen Ekonomik veriler tam tersine döndü. Sürdürülebilir olmayan politikalar ülkemizi giderek bataklığa sürüklüyor.