Masasında otururken hayatın bir denklem olduğunu düşünüyordu. Bu hayatta ne için yaşıyordu? Mutlu olmak için mi? Yaşamak için mi? Yoksa ölüme hazırlanmak için mi? Etrafına bakıyordu kimi çok para kazandığı için mutluluk taklidi yapıyor kimi ise hayatında çok sevdiği biri olduğu için. İyiler kötülerle, kötüler hem iyilerle hem de zenginlerle birlikteydi. Kötü olmak, iyi olmaktan daha zordu. Kendisi de birkaç sefer denemişti kötü olmayı ama bir yerde yüreği el vermemişti, becerememişti.
Gökyüzünün maviliğine mi inanacaktı yoksa her gün tekrar eden aynı gün doğumuna mı? Çok düşünür ve sorgular olmuştu. Arkadaşları ‘’Boşver, düşünme.’’ dese de düşünmeden edemiyordu. Sahi ne olacaktı bizim geleceğimiz? Bir gelecek var mıydı? Yoksa geleceği kurmak için mi yaşıyordu. Çıkmaz sokaklarla bitiyordu soruların cevapları. Bazen akışına bırakıyordu hayatı, herkesi. O zaman da acı çekiyor, yara alıyordu. O yolu da bırakmıştı. İnsanlardan uzaklaşmıştı fakat bu da bir yere kadardı.
Çalışarak, para kazanarak, hayatın akışına bırakmaya da çalıştı kendini. İyi de para kazandı. Günlük mutluluklar, anlık zevklerle hayatın tadını çıkarmaya çalışsa da her zaman aklının bir ucunda büyük resim duruyordu. ‘’Peki, ya sonra?’’ diyordu büyük resim ona. Ne olacak şimdi? Para kazanıyorsun, biriyle evleneceksin, çocuk yapacaksın sonra da o çocuğu büyüteceksin. Tabii ki bu sırada daha fazla sorumluluk, daha fazla stres ve daha fazla para kazanma hırsıyla bürüneceğini de hesaba katman gerekecek. Sen, sen olmaktan çıkacaksın ama dışarıdan bakanlara ise işte ailesi var diyecek, sen ise mutluluk tablosu çizeceksin.
Denize doğru yürüme kararı aldı. Biraz temiz hava iyi gelir diye düşündü. Hayatın soruları, bilinmezliği onu artık iyiden iyiye basmaya başlamıştı. Deniz kenarında büyük bir taşa oturdu. Küçük bir taşı da oturduğu yerden denize salladı. Taşı denize attığında bir anda ufak bir rahatlama ve mutluluk hissetti. Eğilip, bir taş daha aldı ve onu da denize salladı. Yerden bir taş daha aldı, taşa bakarak güldü. İşte hayatın mutlulukları bunlardı, ufak şeylerdi. Yosun kokusu, denize taş atmak, temiz hava... Bireye özgür olduğunu hissettiren ufak şeylerdi mutlu olmak. Yani en azından o öyle düşünüyordu. Sanki konuşmayı yeni öğrenmiş gibi mutlu oldu. Mutluluğun formülünü bulmuştu.
İlerleyen günlerde anlık isteklerini yapmaya başladı. İstediği yere gitti, dilediği kişiyle görüştü, yağmur yağarken herkes bir yerlere kaçışıyor, o ise elleri cebinde yürüyor mutlu hissediyordu kendini. Sokakta duran bir kediyi seviyor, etrafındaki insanları izliyordu. Bazı sorunlarını düşünmemeye çalıştı, başardı da. Bu süreçten sonra kendini çok hafiflemiş ve rahatlamış hissetti. Hayat akıp giderken, o sadece anın tadını çıkarıyordu. Ta ki o büyük soru aklına gelinceye dek; ‘’Ya sonra?’’ Soruyu görmezden gelmeye, duymamaya çalışsa da koca bir engel gibi önünde duruyordu. Artık bu durum canını sıkıyordu, bir takıntı haline gelmişti. Ufak şeylerden mutlu olmanın da bir sonu vardı ve o bu sona gelmişti. Mutluluk, mutsuz olmama haliydi. Bu hayatta her şey birbirinin tersi değil miydi zaten?
Bu duruma bir son vermeyi düşündü. Avuç dolusu ilaç içmeyi, yüksek bir yerden atlamayı, ayağına taş bağlayıp denize atlamayı… Düşündü de düşündü. En sonunda bu durumun içinden çıkamayacağını anladı. Attı kendini sokağa, yine sahile doğru yürürken, üstü kapatılmayan derin bir çukura adım attı. Etraf karardı, hayat son oyununu oynadı, sorgulamalarına çözüm olarak ışıkları kapattı.