34 yaşında sağlıklı bir kadın. Sorunsuz bir hamilelik dönemi sonrasında, Sakarya Kadın, Doğum ve Çocuk Hastalıkları Merkezi’nde, sağlıklı bir bebek dünyaya getiriyor. Bir veya iki gün sonra taburcu oluyor. Taburcu olduktan sonra kanamaları az da olsa devam ederken, sancıları da bitmek bilmiyor.

**

Derken, bir gece yarısı, doğum yaptığı hastanenin Kadın Acil Servisi’ne müracaat edip, sıkıntısını anlatıyor. İlgili hekim, kadına hemen yatış veriyor. Kan değerleri düşmüş. Hemen kan takviyesi yapılıyor. Ertesi günü, ameliyathaneye alınıp, kamera tespitinde, doğum sonrası rahimde parça unutulduğu ortaya çıkıyor. Parça kaldığını, o anda orada olan görevlilerden bizzat duyuyor. Hemen bir kürtaj operasyonu ve rahimde kalan veya unutulan parça alınıyor.

**

Demek ki, rahimde unutulan o parça nedeniyle komplikasyon meydana gelmiş. Kadın, birilerinin hatasından ötürü kan zehirlenmesinden ölecek. Yüzünün bembeyaz olması nedeniyle yakınları şüphelenip, acile götürmese kadın belki şu anda ölmüştü. Şimdi, ‘Ey Sağlık’ diyorum. Hani siz, çağ atlamıştınız? Bu mudur çağ atlamak. Kimse bana, bunun normal bir şey olduğunu anlatmasın.

**

Oradaki bir ebenin veya hekimin hatasını bir kadın neredeyse canıyla ödeyecekti. Bu öyle pas geçilecek bir olay değil. Kadının ismi adresi, hangi gün doğum yaptığı, hangi gün kalan parça nedeniyle kürtaj yapıldığı bilgileri bende var. Bakalım, Sağlık Teşkilatı bu konuda nasıl bir adım atacak? Bakalım, bu olayın üzerine gidip, bir soruşturma açacak mı? Bir süre bekleyeceğim… Ama o aile bekler mi bilmiyorum, zira mahkemeye başvurmaya hazırlanıyorlar…  

 

BİR EMNİYET’TEN…

Üç gün önce, gece 23.00 suları. Evde televizyon izliyorum. Bir ara hava almak için balkona çıktım. Evim Camili’de, sonlarda bir sokak. Hatta sokağımızın bir bölümü orman olduğu için sokak sakinleri geceleri çok az da olsa endişelidir. Balkonda otururken, elli-altmış metre ileride birileri gözüme çarptı. Bunlar her zaman gördüğümüz kişiler değildi. Tulum gibi aynı tip elbise giymişler, her birinin başında kask, ellerinde el fenerleri…

**

Birinin elinde de bir dedektör, sanki sokağın zemininde bir şeyler arıyor. Yaklaşık sekiz-on kişiler. Bir de Mercedes bir minibüs var, arada bir o minibüse girip çıkıyorlar. Şaşkın, meraklı bir o kadarda endişeyle olan biteni izlerken, aklıma ‘155 Polis İmdat’ geldi. Hemen 155’i çevirdim ve görevli memura, önce adresi vererek, sokağımızda, şu sayıda, şöyle giyimli, şöyle teçhizatlı şüpheli insanlar olduğunu belirterek yardım istedim.

**

Görevli memur, ekiplere hemen anons edeceğini ve birkaç dakikaya kadar ekiplerin olay mahalline geleceğini söyledi. Evimin, iki yüz metre kuzeyinde bir polis noktası olduğunu belirterek devam edeyim… Aradan yirmi dakika geçti, ne gelen var ne giden. Bu arada, altmış-yetmiş metre ilerideki bana göre şüpheli şahıslar da orada bir şeyler yapmaya devam ediyor.

**

155’i tekrar aradım. Yirmi dakika önce aradığımı belirtip, olayı bir kez daha özetledim. ‘Ekipler yolda’ dedi. Aradan on dakika kadar daha geçti telefonum çaldı. 155’teki memurun sesini tanıdım, bana sokağımızın bulunduğu adanın 1571 olup olmadığını sordu. İlk konuşmamızda olduğu gibi 1567 olduğunu tekrarladım.

**

Aradan bir on dakika daha geçti, yine telefonum çaldı, yine sokağın ada numarasını sondular. Yine, ‘1567’ dedim. Bir süre daha gelmeyince, o şahısların yanına gitmeye karar verdim. Yaklaşınca gördüm ki, SEDAŞ görevlileriymiş. Yer altında bir kablo sorunu nedeniyle inceleme yapıyorlar. O ara telefonum yine çaldı ve bana yine ada numarası sorulunca içimden, ‘Pes artık’ demek geçmedi değil. Telefondaki memura, ‘Tamam ben hallettim’ deyip telefonu kapattım.

**

Şimdi soru şu; O şahıslar, SEDAŞ görevlileri değil de, terörist veya başka bir suç grubu unsuru olsaydı ne olacaktı. Duyarlı bir vatandaş olarak 155’i arıyorum, otuz beş-kırk dakikada olay yerine kimse gelmiyor. Neden?..