Oltasını suya salmış bekliyordu. O sırada bir şey takıldı. Önce hafif sonrasında da sert bir şekilde hareket etti olta. Balık o kadar büyüktü ki üstünde bulunduğu salı uzaklara kadar sürüyordu. Binbir zorluk ve mücadele sonrasında balığı yakaladı. Balık, saldan bile büyüktü. Kafasını ve kuyruğunu suya saldı ve yine zorlukla salını kıyıya doğru ilerletti. Kıyaya geldiğinde herkes ona bakıyordu. O sırada imparatorluğun adamlarından biri gelerek bu balığın çok büyük olduğunu, bunu satamayacağını zaten sudan çıkan her şeyin de imparatora ait olduğunu söyledi. Bununla da kalmadı bu balığı ona sunarsa imparator tarafından takdir edileceğini de ekledi. Balıkçı o balığı satıp belki aylarca kendine yetecek kadar altını kazanabilirdi. Balığı kızartıp eşiyle dostuyla da yiyebilirdi, fakat bunları yapması halinde imparatorluğun sadık adamları ne onu rahat bırakırdı ne de bir daha balık tutmasına izin verirdi.
İmparatorun huzuruna çıktı. Yakaladığı balığı gösterdi ve bu sularda yaşayan her şeyin imparatorun hakkı olduğunu söyledi. İmparator ona kuru bir teşekkür etti ve huzurundan geri yolladı. Balık o kadar büyüktü ki iki asker zor taşıyordu. Balığı koyacak bir tabak bulamadılar. İmparatorluğun mutfağındaki hiçbir tepsinin boyu balığı taşımaya yetmiyordu. En sonunda imparator bir ateş yakılmasını ve balığı pişirip olduğu gibi ucu bucağı gözükmeyen masasına koyulmasını emretti.
Bu balığı imparator tek başına yiyemezdi. Önce sağ kolunu davet etti. Sonrasında da ordularının komutanını. O sırada şehirde bulunan ülkenin en zengin tüccarını, yine en zengin yatırımcısını ve birkaç tane de asil kişiyi masasında konuk etti. Balığın büyüklüğü ve ihtişamı konuklarda büyük hayret uyandırmıştı. İmparator böbürlenerek bunu kendinin tuttuğunu ve onlarla paylaşmak istediğini söyledi. Ziyafet başladı. Balığın her bir ucundan biri tuttu ve afiyetle yediler. Yedikçe yediler ama balığı bir türlü bitiremediler. En sonunda imparatorun emriyle balığın büyük oranda geri kalanı aslan ve kaplanlara atılmak üzere sofradan alındı. Karınları doydu ve kahkahalar ardı ardına geldi.
O sırada balıkçının evinde dünden kalan bayat ekmek vardı. Ekmeği üçe böldüler. Kendisi ufak bir parça aldı. Karısı ve çocuğuna kendisinin parçasına göre nispeten büyük parçaları verdi. Yavaş ısırıklarla ekmeği yemeye başladılar. Her bir ısırık sonrası su içtiler. Ekmek bittiğinde su sayesinde doymuşlardı. Sofrada bir süre sessizce oturdular. Sonrasında dışarıdan bir ses duydular. İlk başta önemsemediler ama sonrasında ses o kadar fazlalaştı ki kayıtsız kalmalarına imkân yoktu. Evden dışarı çıktıklarında ayaklanan halkı gördüler. Balıkçı var gücüyle kalabalık içerisindeki tanıdıklardan birine neler olup bittiğini sordu. O da artık canlarına tak ettiğini ve imparatora karşı ayaklandıklarını söyledi. Balıkçı korkusundan mıdır bilinmez ama arkadaşını isyanı bırakması konusunda ikna etmeye çalıştı. Ne yaptı ne dediyse olmadı. Balıkçı koşarak karısını ve çocuğunu alıp eve girdi. Hiçbir şey yokmuş gibi uyumaya çalıştılar.
Sabah kalktıklarında gün ağarmıştı. Etraf çok sessizdi. Önce balıkçı çıktı evden. Sokaklar savaş alanına dönmüştü, yerde cesetler ve yanan bir kasaba gördü. Biraz yürüdükten sonra bir hışırtı duydu. Sesin geldiği yana doğru gitti ve sokağın ortasında imparatorun aslanlarını ve kaplanları vardı. Ortalarındaki bir şeyi yiyorlardı. Sessizce arkasını dönüp giderken aslanlardan bir tanesi ona baktı. Hemen önünde yediğini bıraktı. Kükreyerek diğer hayvanlarında balıkçıya bakmasını sağladı. Hepsi yediği balığı bıraktı. Balıkçı balığı gördüğünde gözlerine inanamadı. Dün yakaladığı ve imparatora sunduğu koca balık aslanların ve kaplanların ağzındaydı. Hayvanlar hızlıca balıkçının üstüne atladı ve onu paramparça ettiler. Tıpkı o koca balığın önce imparatorun sonrasında da hayvanların ağzında paramparça olduğu gibi.