Bir sabah kalktığımda kendimi garip bir ütopyada buldum. Dışarıda sevdiğim hava vardı. Kapalı, hafif yağmurlu. Bütün gün camın kenarında oturup dışarıyı izlemek gereken bir havaydı. Dışarı çıktım. Sokakların arasında gezerken sevdiğim ve daha önce neden bunların mağazaları yok dediğim şeylerin mağazalarının önünden yürüdüm. Bazılarının içerisine girdim. Kibar insanlar karşıladı beni. Sevdiğimiz şeyler üstüne ayaküstü sohbetler gerçekleştirdik. Sonrasında sokakların arasında yarım kalan yürüyüşüme devam ettim. Yanımdan geçenlerin bazısı kafasıyla bana selam veriyor bazısı da tebessüm ediyorlardı. İlk başlarda bu durumu çok garipsemiştim ama sonrasında ben de onlara ayak uydurdum. İnsan mutlu ve huzurlu olduğu bir şeye çok çabuk ayak uyduruyormuş. Bunu da güzel bir deneyim sonrasında öğrendim.
    Bir lokantanın önünde durdum. Lokantaları çok severim. Birçok insanın aynı amaç için orada bulunduğu bir yerdir. Tek bir hedef vardır; o da karınları doyurmaktır. Mesela kimse lokantaya çay içip sohbet etmeye ya da oyun oynamaya gelmez. Herkes bu konuda nettir. Lokantanın içerisi tam sevdiğim şekilde tasarlanmıştı. Tavanda eski balık ağları, duvarda fotoğraflar, arka fonda çalan eski müzikler ve önüme serilen sayısını bile defalarca saysam yanlış sayacağım yemekler. Karar vermem uzun sürdü, aklım hep alamayacaklarımda kaldı. Onları da başka zaman yerim diyerek kendimce zorlu bir karar verdim. Yemeğimi bir köşede seve seve yedim. Üstümde insanlar bana bakıyor mu acaba hissiyatı olmadan. Burası gerçekten de çok farklı bir yermiş.
   Sokaklar rengarenk, caddeler ışıltılı insanlar mutlu. Kimi işine gidiyor, kimi ise dışarıdaki bu eşsiz kapalı ve yağmurlu havanın tadını çıkarıyor. Kimse ıslanıyorum, üstüm lekeleniyor demiyor. Sanki yağmur yokmuşçasına gidecekleri yere doğru adımlarını atıyorlar. Şemsiye kullananlar ya da kullanmayanlar diye sokağı ikiye ayırabiliriz, fakat ayıramayacağımız tek şey insanların yüzündeki o mutluluk. Rüya mı görüyorum diye defalarca kendime dokundum hatta sert bir yumruk bile attım kendi koluma. Bir süre sonra polis geldi yanıma. Bana mesafeli bir yerde durarak seslendi. İlk başta dikkat etmedim ama sonra kafamı hafif yana çevirdiğimde onu gördüm. Elinde cüzdanım vardı. Cüzdanı yolda düşürdüğümü sonrasında da hemen peşimden geldiğini söyledi. Teşekkür ettim kendisine. Burası gitgide daha da mükemmel bir yere dönüşmeye başlamıştı. 
    Bir de her insanın düşünceleri, fikirleri ve bildikleri ya da uzman oldukları konular vardı. Bu konular ve düşünceler üzerinden tartışıyor, konuşuyorlardı. Farklı görüşlere sahip olan insanlar bile karşı karşıya oturup düşüncelerini ve neden böyle düşündüklerini anlatıyordu. Farklı olan ise, karşıt düşüncede olan insanın konuşma sırası ona gelene kadar diğerini pür dikkat dinlemesi hatta bazen elindeki kâğıda not almasıydı. Düşünceler, fikirler havada uçuşuyordu. Herkes istediğini söylüyor, konuşuyor, paylaşıyor. Öyle ki düşüncenin birinden kaçarken diğerine denk gelmemek mümkün değil. Gerçek bir özgürlük var. Bu arada havada uçan veya bana çarpan düşüncelerin hiçbiri benim sınırlarımı belirlediğim kişisel alanıma ben izin vermediğim sürece girmiyor. Öyle de bir saygı var karşındakine. Düşünce bile nerede duracağını biliyor. 
   Böyle bir Ütopyadayım. Dönüş biletimin tarihi belli değil. Dönmeyi düşünür müyüm orası ise hiç belli değil. Belki de buradan geri dönmemek için hiç uyumamam lazım.