Eski dönemde savaş meydanında yenilen devlet, yenen devlete tazminat öderdi.

İnsanlık tarihinde o güne kadar savaş tazminatı olarak ödenen ya para, ya esir-köle, ya kale ya da toprak’tı.

Dünya tarihinde ilk defa Bizans imparatorundan savaş tazminatı olarak Abbasi hükümdarı Memun, İstanbul’daki Bizans kütüphanesinden 100 yazma eseri savaş tazminatı olarak kabul etti, başka bir şey istemedi.

Onları da 800’lü yıllarda kurulan Bağdat’taki Beytül Hikme’ye götürdü.

O dönemlerde orası, insanlık biliminin zirvesi sayılan bir kütüphaneydi.

Öyle ki…

Moğol hükümdarı Hülagû, o kütüphaneyi yaktığı zaman Dicle nehri 2 ay boyunca mürekkep akmıştı.

Şimdi…

Üzerinden asırlar geçti, aynı Dicle’den mürekkep yerine bu defa “neden kan akıyor?” peki!

İkisinin ortak sebebi, ileri seviyede bilgi eksikliği…

1000 yıl önce 1000 yıl sonra…

Fark eden bir şey yok yani…

***

Ve o Beytül Hikme, ilke sahibi bir kütüphane bir akademiydi.

Herhangi bir bilim adamı bir kitap tercüme edip veya yazıp akademi’ye verdiğinde yazdığı kitap terazide altınla tartılırdı.

Ağırlığı kadar yazarına altın verilen kitap akademi’ye öyle kabul edilirdi.

Bu prensibi akademi’yi kuran Abbasi hükümdarı Mansur koymuştu…

Torunu Memun iktidara geldiği zaman baş veziri ona bir öneri getirdi.

“Sultanım değiştirelim, bu prensibi” dedi.

 ‘Niye?’ diye soran Memun’a baş veziri cevap verdi.

“Çünkü dedenizin zamanındaki bilim adamları biraz naifti, bilime çok değer veriyorlardı.

Kitaplarını ceylan derisiyle kaplayıp bize öyle getiriyorlardı.

Şimdilerde biraz bozuldular.

Bilim adamları ziyadesiyle paragöz oldu.

‘Ağır olsun’ diye öküz derisiyle kaplayıp, kitabı ağırlaştırıp haksız yere fazla altın kazanıyorlar”…

Memun’un cevabı şu oldu.

“Vezirim, ben de seni aklı başında bir adam zannederdim!

Ne zaman altın bilgiden kıymetli oldu ki?

Gene biz kârdayız!”…

***

Dolayısıyla…

Asırlar önce zor koşullarda bilgi bu kadar değerliydi.

Bugün her şey elinin altında…

Araştırmadan bilgiye ulaşmak bedava…

Kopyayı paylaş, karşılığında da çuvalla para…

Ne tercüme gerek var, ne kitap yazmaya…

Ne de ağır gelsin diye öküz derisiyle kapladıktan sonra teraziye koyup, tartmaya…

Ama…

Kafalar hâlâ tartı’dan çalan eski çağlarda…

Örnek çok, teşbihte hata yok…

Genel olarak da konuşabiliriz…

Siyasete ve esiri yöneticilere de girebiliriz…

Sporumuza, futbolumuza da dönebiliriz…

Burada yazıyı da kesebiliriz!

Ya da anlayanlar anlamayanlara anlatsınlar da diyebiliriz…

Veyahut anlatmaya devam da edebiliriz…

Büyük fotoğrafı parametrik fotoğraf gibi de küçültebiliriz!

Kongre zamanı gelen Sakaryaspor’la da bitirebiliriz.

Evet, evet buradan gidebiliriz!

Mesela başkan adaylarının isim isim teknik adam ve futbolcu transferi vaatleri, “Atan-tutan bulundu!” hikâyeleri, 800’lü yıllardaki ‘Öküz derisi’ kitap kaplarının 2016 modeli.

“Param var, sorun yok” diye vaat edenleri ‘Ceylan derisi’ kaplı kitap gibi iyi niyetli algılayabiliriz.

Mantıklı proje, plan-programı sunan bir aday çıkarsa kap’tan sıyrılmış, kitabın içeriğini kavramış demektir.

İşte o Sakaryaspor için kurtuluş vaktidir.

Diğer örnekler, temeli olmayan bina dikmektir.

İlk sarsıntıda da çökecektir.