Artık bu münakaşaların bizi bir yere getirmeyeceğini anladığım gün susmaya başladım. Sana artık susuyordum. Susuyorum derken gerçekten de susadım bu arada. Sürahide bulunan suyu büyük bir bardağa ağzına kadar doldurdum. Kana kana içtim. Oh be dünya varmış dedim ve sana olan sözlerime geri döndüm. Tıpkı senin bana geri dönüp yine aynı yanlışları yaptığın gibi. Konuştukça konuştum. Konuştukça açılıyormuş insan. İçimi bir ferahlık hissi ve rahatlama kapladı. Hatta sen o kadar güzel dinliyordun ki coğrafi keşiflere kadar anlatmak istedim bütün bildiklerimi. Belki de insanlığın nasıl ortaya çıktığını tartışırız. Hem bizim bu tartıştığımız meseleden eminim ki daha iyi olur çünkü tartıştığımız konuda bir çözüme ulaşamıyoruz. Bir köpeğin kendi kuyruğunu gördüğü zamanki gereksiz etrafında turlaması gibi olduğumuz yerde dönüyoruz. Farklı bir şeyler paylaşmak ya da bilim, tarih, felsefe konuşmak belki bize daha iyi gelirdi ama biliyorum sen bu tartışmaya da yanaşmazdın. Sen sevdiklerini ve kendi duygularını bu gezegen ve bütün evrendeki olayların önünde tutarsın. Bazı durumlarda haksız da sayılmazsın.
Saatime baktığımda Dünya’nın bütün hızıyla döndüğünün farkına vardım. Zaman ilerlemeye devam ediyordu, tabi biz de tartışmaya devam ediyorduk. Nedensiz ve sonu olmayacak bir tartışmanın içerisindeydik. Eskiden bu tartışmalarımız birkaç dakika sürüyordu şimdi ise bütün bir günü kaplıyor. İlerleyen zamanlarda bu tartışmalarımızın gitgide uzayıp yıllar boyu süreceğinden korkuyorum. Her tartışmada olduğu gibi tartışmanın başladığı konunun çok uzağında farklı şeyleri tartışıyoruz. Geçenlerde bir gün sana günaydın demediğim geldi aklına. Üç yüz altmış beş günde bir kere günaydın dememişim sana. Ah benim akılsız başım. Hemen bu suçumdan dolayı orta çağ yargısına göre yargılanayım ve suçlu bulunursam giyotinin altına yatayım. Bu suçuma hiçbir itirazımın olmayacağını da buradan bildiriyorum.
Münakaşalar uzadıkça ve günden güne, haftadan haftaya yayılmaya başlayınca kendi neşemi kaybettiğimin farkına vardım. Oysaki tartışma ortamına ve durumuna o kadar alışmıştım ki, bir gün dışarıda arkadaşlarımla buluştuğumda güldüğümü fark ettim. Gülüyordum, gerilmiş yanak kaslarımın esnediğini hissettim. O anda vücuduma ve yüzüme bir rahatlama geldi. Bir aydınlanma dönemi de tam o anda yaşadım. Aslında yüzümün gergin kaslardan oluşmadığını arada gülerek ya da mimik denilen insana özgü hareketler yapılarak ne kadar yumuşak ve rahatlatıcı hale geldiğini öğrendim. Aslında öğrenmedim hatırladım desem daha doğru olur. Tabii ki eve geldiğim de sen kaldığın yerden tartışmaya devam etmeye kalkınca gülmeye başladım. Sen konuştukça güldüm ve bundan sonraki tartışmalarımız için elimde çok büyük bir gizli silah oldu; gülümseme…
Günler, haftalar, yıllar, kuş göçleri, iklim krizi ve değişiklikleri, kuraklık dönemi, bolluk dönemi derken zaman sürekli geçti. Bir tek seninle benim tartışmalarım geçmek bilmedi. Bir gün yine tartışma esnasında aklıma parlak bir fikir geldi. Bu fikir sayesinde de bir çağı kapatıp başka bir çağı açma fırsatı elime geldi. Bu fırsatı değerlendirmeliydim ve ‘Artık bitsin!’ dedim. Sen tartışmanın bitmesini istediğimi sandın ve kendini sadece iki dakika sessiz tutabildin. Tam yeniden tartışmaya başlayacağın esnada kapıda beni gördün. Elimde ufak çantam vardı. Son bir kez güldüm sana. Yanak kaslarım çok yumuşadığından olabildiğince geniş bir gülüş gösterdim sana ve gittim. Belki de ben gittikten sonra kendinle tartışmaya başlamışsındır, kim bilir.