Araştırma çalışmamızda ikinci bir soruda katılımcılara İstanbul Sözleşmesi’nin detaylı bir tanımı yapılmış –“İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddetle mücadeleyi hedefleyen uluslararası bir antlaşmadır.” ve bu sözleşmeden çekilmenin Türkiye’de kadına yönelik şiddeti arttırıp artırmayacağı konusundaki görüş sorulmuştur.

Görüşülenlerin % 39’u böyle bir durumda kadına yönelik şiddetin artacağını belirtirken, % 26’lık bir kesim de “etkisi” olmaz yanıtı vermiştir. Bu soruya % 30’luk bir kesimin yanıt vermemesi ve “ikisi de değil” yanıtının % 5’te kalması konu hakkında bir uzlaşma olmadığı gibi, bir kesimin de yanıt vermekten kaçındığını göstermektedir.

Bu soruya verilen yanıtlar ile demografik ve siyasi değişkenler açısından baktığımızda kadınların erkeklere, gençlerin yaşlılara kıyasla bu görüşe katılma oranının daha fazla olduğunu görüyoruz. İlköğretim mezunlarında % 27 olan bu görüşe katılanların oranı, üniversite mezunlarında % 48’e yükselmektedir, buna karşılık olarak yanıt vermeyenlerin oranı da azalmaktadır. Öğrenciler arasında İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesinin kadına yönelik şiddeti arttıracağını söyleyenlerin oranı % 56’yken, ev kadınlarında % 32’ye düşmektedir, buna karşılık bu soruya yanıt vermeyenlerin oranı % 45’tir. CHP taraftarlarının % 62’si, İYİ Parti taraftarlarının % 54’ü HDP taraftarlarının % 48’si bu görüşe katılırken; AK Parti tabanında bu oran % 25 ve MHP taraftarlarında % 30’dur.İstanbul Sözleşmesi’nden haberdarlığın, söz konusu sözleşmeden imzanın çekilmesi hakkındaki görüşler üzerinde bir etkisi olduğu açıktır. Yukarıdaki şekilde görüldüğü üzere, haberdar olmayanların % 18’i sözleşmeden imzanın çekilmesinin kadına yönelik şiddeti arttıracağı görüşündeyken, haberdarlık derecesi arttıkça bu görüşe katılanların oranı artmakta ve % 73’e kadar ulaşmaktadır. Dolayısıyla haberdarlık ile sözleşmeden çekilmenin olumsuz etkisi arasında gözle görülür bir ilişki bulunmaktadır.

Yine tartışmalarımızda göz önünde bulundurmamız gereken bir konu da, toplumsal cinsiyet algılarının bu konular üzerindeki etkisidir. Araştırma çalışmamızda yer alan ve bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını ölçmek için kullanılan bir soru, “eğer ülkede insanlar iş bulamıyorsa çalışmak kadınlardan çok erkeklerin hakkıdır” görüşüdür. Katılımcılardan % 43’ü bu görüşe katıldığını belirtmiştir. Bu oldukça yüksek bir orandır. Çalışma bulgularımız bu görüşe katılmama derecesiyle, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin olumsuz sonuçları olacağı görüşüne katılma arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Kadınlar ve erkekler arasında ayrımcılık yapılabileceği görüşüne “hiç katılmadığını” belirtenlerin % 41’i İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin olumsuz etkisi olacağı görüşüne katılırken, bu oran önce % 39’a, daha sonra da % 22’ye düşmektedir.

İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesinin Türkiye’de kadına yönelik şiddeti arttıracağı görüşüne katılmayı bağımlı değişken olarak kullandığımız çok değişkenli modelimiz

ise kadınların erkeklere kıyasla bu görüşe katılma oranlarının 1.6 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. Diğer değişkenler kontrol edildiğinde eğitim düzeyinin ve yaşın bu soruya verilen olumlu yanıtlar üzerinde bir etkisi yokken; çalışanlarla emeklilerinse daha az bu yanıtı verdikleri görülmektedir.

Bir CHP taraftarının bu görüşe katılma olasılığı bir AK Parti taraftarının 4 katıdır, bu katsayı HDP taraftarlarında 3.5, İYİ Parti taraftarlarındaysa 2.6 kat daha fazladır. Bu katsayıların bu kadar yüksek olması konunun büyük ölçüde siyasallaştığını ortaya koymaktadır.

Keza, İstanbul Sözleşmesi hakkındaki tartışmalardan haberdarlık arttıkça, bu sözleşmeden imzanın çekilmesinin olumsuz sonucu olacağı görüşüne katılma oranı da artmaktadır, diğer değişkenler kontrol edildikten sonra haberdarlıkta bir birimlik artışın bu görüşe katılma olasılığını 1.4 kat arttırdığı görülmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair algıyı ölçmek için kullandığımız eğer ülkede insanlar iş bulamıyorsa erkeklere öncelik verilmesini savunanlarsa, sözleşmeden imzanın çekilmesinin olumsuz sonuç doğuracağı görüşüne daha az katılmaktadır. Bu görüşe katılmadaki bir birimlik artışın etkisi, olasılıkta % 30’luk bir azalmadır. Bu da önemli bir bulgudur.

Kadına Yönelik Şiddet Yaygın mı?

Araştırma çalışmamıza katılanlara, “sizce Türkiye’de kadına yönelik şiddet yaygın mıdır?” sorusunu yönelttiğimizde % 88’lik bir kesimin “yaygındır” yanıtı vermesi bu konuda bir uzlaşma olduğunu göstermektedir. Bu soruya olumsuz yanıt verenlerin oranının sadece % 10 olması, Türkiye’de az bulunan uzlaşmalardan birine şahit olduğumuzu göstermektedir.

Erkeklerin, emeklilerin ve AK Parti taraftarlarının bu soruya “yaygın değildir” yanıtını daha fazla verdiğini görmekteyiz ama bu oran da % 10 ile % 15 arasında kalmaktadır. Türkiye’de son dönemde bu konu ile ilgili yapılmış olan tüm eylemliliğin ve farklı medya kanallarında bu konunun ele alınmasının bu yaygın kabulde rolü olduğu söylenebilir.

Çok değişkenli analizimiz, kadınların erkeklere kıyasla daha fazla yaygındır yanıtı verdiklerini (1.5 kat), öğrencilerin çalışanlara kıyasla (1.7 kat) daha fazla bu görüşe katıldıklarını görmekteyiz. Bu konuda da parti taraftarları arasında da farklar gözlemlenmektedir. Ak Parti taraftarları baz alındığında CHP (3.2 kat) ve HDP (2.8 kat) ve İYİ Parti (1.5 kat) daha yüksek olasılıkla “yaygındır” görüşüne katılma eğilimi gösterirken; MHP taraftarlarının da 1.5 kat daha yüksek oranla bu yanıtı vermeleri bu konuda Cumhur İttifakı içerisinde bir fark olduğunu da ortaya koymaktadır.

Toplumsal cinsiyet rolleri hakkındaki algının da bu görüş üzerinde bir etkisi bulunmaktadır, işsizlik durumunda erkeklere öncelik verilmesi gerektiğini savunma derecesi arttıkça,

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin yaygın olduğu yanıtı verme olasılığı % 23 azaltmaktadır.

Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri ve Sorumluları:

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin yaygın olduğu görüşüne katılan katılımcılara, bu durumun olası iki nedeninin ne olabileceği sorulduğunda birinci sırada % 40 ile eğitimsizlik yanıtı gelmiştir. İkinci sırada aile yapısı/ebeveynlerin yanlış eğitimi yanıtı (% 23) verilmişken, yaklaşık % 20’lik bir kesim de hukukun/cezaların yetersizliği yanıtını vermiştir. Genel olarak ekonomi yanıtını verenler % 16, fakirlik yanıtını verenlerin oranı da % 6 ve işsizlik diyenlerin oranı % 3’dür.

Erkeklerin bu durumu kendilerine hak olarak gördüklerini belirtenlerin oranıysa % 8 olmuştur. İktidar/devlet % 5, anlaşmazlık % 5, ahlakın bozulması % 4 ve kadının söz dinlememesi % 3 olarak belirtilmiştir.

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin azaltılması konusunda kimin sorumluluk sahibi olduğunu iki yanıt almak üzere sorduğumuzda birinci sırada % 66 ile hükümet, ikinci sırada % 50 ile aile almaktadır. Eğitim sistemi yanıtı verenlerin oranı % 25’ken; sorumluluğu bireylerde görenlerin oranı % 22’de kalmıştır. Görüşülen kişilerin sadece % 14’ü bu sorumluluğun sivil toplum kuruluşlarında olduğu düşünmektedir.

Sorumluluğun hükümette olduğu konusunda bir uzlaşma olmasına karşın, siyasi parti tabanları arasında farklılıklar da görülmektedir. HDP’ lilerin % 85’i hükümeti sorumlu gösterirken, bu oran CHP ve İYİ Partililer arasında % 75 civarındadır. AK Parti ve MHP tabanlarında sorumluluğu hükümette görenlerin oranı % 60’tır. AK Parti, MHP ve İYİ Parti taraftarları için ailenin sorumluluğunun daha fazla gösterilmesi (% 60 civarında) buna karşın CHP tabanında bu yanıtı verenlerin oranının % 41 olması yanıtın daha ziyade siyasi bir yanıt olduğunu göstermektedir. Öte yandan CHP taraftarlarının üçte biri eğitim sisteminin bu sorunun çözülmesinden sorumlu olduğunu söylerken, bu yanıtı verenlerin oranı MHP taraftarlarında % 28, diğer partilerde % 21 civarındadır. Bu yanıtlardaki ayrışma, ideolojik bir ayrışmaya da işaret etmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak bulgularımız, yaşam hakkının ihlaline varan kadınlara yönelik şiddetin yaygınlığının neredeyse tüm kamuoyu tarafından kabul gördüğünü göstermiştir. Bu önemli bir veridir.

Araştırma bulguları bu verinin yanı sıra İstanbul Sözleşmesi’nden haberdar olanların oranının yalnızca % 46 olduğunu da göstermiştir. Bu oran, bu konuya yönelik bilgilendirmeye hala ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

Kadına yönelik şiddetin nedenlerine bakıldığında ise eğitimsizlik birinci sırada ifade edilmiştir. İkinci sırada ifade edilen aile yapısı/ ebeveynlerin yanlış eğitimi yanıtı da aslında toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet konusunda eğitimsizliğin ya da yanlış eğitimin ortak bir vurgu olarak belirtildiğini göstermektedir. Buna istinaden hem okul müfredatlarında hem de kurum ve meslek içi eğitimler de dahil olmak üzere yetişkin eğitimlerinde bu konunun mutlaka ele alınıp, ana akımlaştırılması düşünülebilir. Yine geleneksel medya kanalları başta olmak üzere bu konuya dair farkındalık oluşturmak için kamuoyunun farklı biçimlerle ve araçlarla bilgilendirmesi hedeflenmelidir. Anıt sayaç örneğinde olduğu gibi kadına yönelik şiddetin boyutları çarpıcı bir biçimde gösterilmelidir.

Kadına yönelik şiddetin ekonomik sebeplere bağlı olduğunu söyleyen yanıtlar toplandığında da % 25’e yaklaşan bir oran olduğu görülebilir. Kadın ve erkek aile içinde aynı yoksulluk ve yoksunluğu beraberce yaşarken, yaşanan ekonomik sıkıntıların kadına yönelik şiddete neden olduğu açıklaması üzerine düşünülmesi gerekli bir durumdur. Bu durumun tespitinin altında yatan algı ve açıklamalar çoğu zaman kadınların çok daha ağır şekilde deneyimlediği ekonomik sorunların onlara yönelik bir şiddetle sonuçlanır durumlar yaratması tüm boyutlarıile ele alınmalıdır.

kadına yönelik şiddet konusunda verilen cezaların yetersiz görülmesi de öncelikli nedenler arasında sayılmıştır. Kadına yönelik şiddetle mücadelede hukuk alanında da hem hukuk eğitiminin hem de meslek içi eğitimin bir parçası olacak şekilde toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimleri planlanabilir. Yasal düzenlemelerin mutlaka uygulanması ve hukuksal süreçlerin bu algıyı ortadan kaldıracak şekilde takibi önemlidir. Kadın hareketinin kadına yönelik şiddet davalarını yakından takibi, bu duruma dair sorunları gün yüzüne çıkarmaya büyük katkı sağlamıştır.

İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetle mücadelede bütüncül politikaların uygulanması konusunda yükümlülüğü devlete vermektedir. Araştırmaya katılanların büyük bir kısmı birincil sorumlunun hükümet olduğunu söylerken, ikinci sorumlu aile olarak vurgulanmıştır.

Burada parti taraftarları açısından dağılıma baktığımızda gelenekselliği ve aile değerlerini vurgulayan daha muhafazakâr olan Ak Parti ve MHP’lilerin kadına yönelik şiddetle mücadelede hükümet kadar ailenin de sorumlu olduğu yanıtı üzerine düşünülmesi gereken bir bulgudur.

Türkiye’nin içinde bulunduğu kutuplaşmış siyaset ortamında kadına yönelik şiddetin yaygınlığı konusunda bir uzlaşı olması bu alanın önceliklendirilmesine, nedenleri ortadan kaldırmaya ve etkin bir mücadele için el birliğiyle ilerlenmesine yönelik bir zemin sağlayabilir.