Fötr şapkası, ağzında sarı izmariti olan sigarayı içmekten sararmış bıyıkları ve dişleri, kimsenin aklına gelmeyecek üç kağıtçılığıyla yaptığı ticari oyunlarıyla – kendi söylemiyle ‘Ticari Zekâsı’- sayesinde tanınan biriydi. Çevresinde onun yaptığı işi yapan ya da ona rakip olabilecek çok fazla dükkân yoktu. Civarda yaşayanlar çok acil ihtiyaçlarında mecburen onun eline düşerlerdi. O da bu fırsatı kaçırmazdı. On liralık ürünü on beşe satar soran olursa da ‘’Serbest piyasa bu, istiyorsan alma!’’ derdi. Konuşması da bir garipti. Yıllardır yaşadığı yere uyum sağlamamış ve lehçesini kaybetmemişti. Çoğu kişi kurduğu cümle içerisindeki bazı kelimeleri anlamazdı. Lakabının fırsatçı olduğunu o kadar kabullenmişti ve sevmişti ki; bu lakabı kendisine kimlerin taktığını bulsa onları alnından öpecekti.

    Yaşanan ekonomik sıkıntılı günler onun için en mutlu günler olurdu. Bazen bazı ürünlerin stoklarında sorun yaşanırdı. Halk o ürünleri bulamazdı ama bizim fırsatçı da mutlaka o ürün bulunurdu. Tabii ki bu ürün bir araba veya ev parası kadar yüksek olmasa da o fiyatları aratmayacak kadar fahiş fiyatlara satardı. O ürünlere ihtiyacı olan insanlar mecburen fırsatçının eline düşüyordu. Kaç kere şikâyet edildi. Ekipler geldi denetledi, fakat hiçbir şey olmadı. Her şey olduğu gibi devam etti. Bu denetimlerden sıyrıldığı için güveni daha da yerine geldi. Her denetim sonrası kafasına göre zam yaptı. İnsanlar onu şikâyet etmekten yoruldu, o denetlenip her denetim sonrasında da zam yapmaktan yorulmadı. Serbest piyasa onun sığındığı en büyük şemsiye oldu. Ne zaman fiyatlar hakkında konuşsa o kelimeyi dilinden düşürmedi.

   Yağmur yağar şemsiyeye zam yapar, güneş açar tişörte, şorta zam yapardı. Onda ucuz ya da indirime giren hiçbir ürün yoktu. Dönemin her koşulu ona yarardı. Deprem, sel gibi doğal felaketler oldu mu fırsat bu fırsat der ve elindeki ürünlere fahiş zamlar yaparak satardı. Onun için kalbi taşlaşmış diyenler olurdu. O, bu sözleri de umursamazdı. Çok sevdiği ‘Serbest Piyasa’ söyleminin arkasına saklanır ve sararmış bıyıklarıyla ve ağzından hiç düşürmediği sarı izmariti olan leş gibi kokan sigarasıyla kahkaha atardı. Ona edilen bedduaları elinde olsa paket yapıp süsleyerek yine fahiş fiyatlara satardı. Kendisi hakkında söylenen hiçbir şeyi umursamazdı. Dükkânının önünde durur etrafı izler onunla konuşanlarla kakara kikiri yapardı. Umursamazlık bir vücut haline dönüşseydi bizim fırsatçı da o vücut olurdu.

   Günlerden bir gün dükkânında yangın çıktı. Sokakta feryat figan ‘Dükkânım yanıyor, yaktılar dükkânımı.' diye bir sağa bir sola koşuşturdu. İtfaiye yangını başarıyla söndürdü, fakat dükkân ve içerisinde bulunan ürünlerin hepsi yandı kül oldu. Yanmış dükkânın önünde eğilip dona kaldı. Ne yapacağını ne edeceğini bilemedi. İlk defa bir felaket onun başına gelmişti. Başka dükkân yansaydı yangın söndürme tüpünü ona fahiş fiyata satardı, su isteseler zam geldi diyerek suyu verirdi ama bu sefer olay başına geldi. Pişman oldu mu bilinmez ama fırsatçının sonu da bu oldu. Bir daha fırsatçıdan ne haber alındı ne de nereye gittiğine dair bir bilgi edinildi. Şimdilerde ise, fırsatçının bulunduğu dükkâna gönüllü bir kişi tarafından veteriner kuruldu. Ücretsiz olarak bütün sokak hayvanlarına bakım yapılıyor.