Yer İstiklal Mahallesi İstiklal İlkokulu. Rahmetli babam (Nurettin YILMAZ/Aşba) beni elimden tutup da ilkokul kaydımı yaptırdığı okuldu burası. İlk dersimiz için bir sınıfta sıralara oturduk. Herkes gibi. Heyecanla gelecek olan ilk öğretmenimizin gelmesini bekliyoruz derken kapı açıldı ve içeri girdi ilk öğretmenim NİHAT BARUT (Bedia).
Aynı zamanda rahmetli babamın da arkadaşıydı kendisi. Önceleri amca dediğim görüp saydığım Nihat amca benim artık ilk öğretmenimdi.
Bu hayatta ne öğrendiysem, ne biliyorsam her şeyin ilkini ve temelini ailemden sonra ondan öğrendim-öğrendik sınıf arkadaşlarımla.
Zamanla (1976) Adapazarı’ndan İzmit’e gitmemize rağmen fırsat buldukça ve aklıma geldikçe yeni öğrencilerine ders verdiği sınıflardaki sıralarda oturduğum zamanlar oldu. Çok mutlu olur ama pek belli etmezdi. İlk gündeki gibi ilk ve değişmeyen hitabı Yılmaz derdi hep. Adımı hiç söylemezdi ama ben bilirdim niye söylemediğini…
Daha o yaşlarda bile şu anki yaşamıma bile dokunmuşluğu vardı:
- Kulağımda oluşan rahatsızlığımı farkedip büyüklerime haber vermesi bile olma sebeplerimdendir. (bir dizi operasyonlar geçirdim kulağımdan)
- O zamanlar öğretmen okulu imtihanlarına girmem için izin aldığını babamdan öğrenmiştim. Gerçi başarılı olamamıştım.
Bu yazmaya çalıştıklarım bir anda aklıma gelenler aslında.
Ne zaman karşılaşsak yanına gider ellerinden öperdim. Her defasında neler yaptığımın adeta raporunu isterdi (çok hoşuma giderdi). Okul yaşantımın pek olmadığını ama çocukluğumdan beri merakım olan basın sektöründe olduğumu söylediğim gün ne kadar sevindiği gözlerimin önündedir hala.
O zaman bir ilki daha yaşatmıştı bana, tepkisini yüzüne verdiği tebessümü görmüştüm.
Ne zaman karşılaşsam (cenaze-düğün vb) aynı duyguları yaşardım. Heyecan, endişe, hata yapma, yanlış ifade kullanma korkusu. Bilirdi, keyif alırdı. Tepkisini sırtımı sıvazlayarak gösterirdi.
Bazen dost sohbetlerinde konu olduğunda anlattığım bir hikaye varki…
Kaçıncı sınıftaydım bilmiyorum. Hareketli olduğum günlerin birinde ceza aldım. Gücüme gitmişti. Çocukluk işte.
Okuldan hemen sonra babamı bulup şikayet edecek kadar. Buldum babamı. Babam o an meşguldü. İşi bitince bir çırpıda anlattım olan biteni (tabi bana göre)
Babam beni dinledikten sonra ömrümde babamdan ilk ve son kez iyi bir kez adamakıllı cezalandırıldım. Sonunda babamın sözleri hala çınlar kulaklarımda: “Ben sana öğretmenini bana şikayet etme hakkını vermedim”
Yine tarihini hatırlamadığım bir cenazede gördüm. Arkadaşları ile konuştukları konu bitene kadar bekledikten sonra elini öpüp halini hatırını sordum. Keyif alırdı. Beni, yanındaki ve bir zamanlar babamın da arkadaşlarına taktim etmesi (yine Yılmaz olarak) beni ziyadesi ile gururlandırmıştı.
Diyorum ya kah gördüğüm zaman büyük oğlundan kah kimin bilgisi varsa hep sorardım ne durumda diye. Hep iyi haberlerini alırdım bu da beni mutlu ederdi.
Hatta bu son 24 Kasım tarihinde beraber çektirdiğimiz resmimizi paylaşmıştım sanal ortamda. Soran çok olmuştu. Çok şanslısın diye.
24 Kasım demişken az önce belirttiğim gibi ulusal basın sektöründeki arkadaşlarımla olan bir geleneksel yemekte (Efsane Günaydın Gazetesi eski çalışanları) konu etmiştim. Kalemi iyi ve kitap yazan dostlarımdan birinin dikkati üzerine yazmayı bile teklif etmişti. Nedendir bilmem evet demedim.
Ama ama
Her şey işte o mesaj benim telefonuma gelene kadar…
Öğretmenim Öğretmenim Öğretmenim
Mekanın cennet olsun…
Eski öğrencin Mansur YILMAZ (Senin deyiminle YILMAZ)
Huzurla yat,
Huzurla uyu öğretmenim…