Kötülük bütün gücüyle ülkeye saldırdı. Ülkenin sınırları içerisinde bulunan her noktayı sardı. İnsanları, taşı, toprağı, suyu, hayvanları her şeyi ama her şeyi ele geçirdi. Kötülük ile mücadele etmek atalarının onlara bıraktığı efsane kitaplarında yazıyordu. Daha önce böyle bir mücadelenin olduğuna dair resmi kayıtlar yoktu. Savaşlar, atalarının kahramanlıkları, aldıkları yardımlar kısacası kadim kitaplarda bahsedilen her şey sadece öykülerden ibaretti. Bu topraklar içerisinde yaşayan herkes bu öyküleri okuyup büyümüştü. Dolayısıyla kötülüğün saldıracağını biliyorlardı, fakat buna karşı kendilerini nasıl savunacakları bilmiyorlardı.
Kötülüğün gelişiyle her yeri bulutlar sardı. Her gün bardaktan boşanırcasına yağmurlar yağdı. Ekili biçili toprakları su bastı. Seller yüzünden birçok insan öldü ve hayvanlar telef oldu. Yaşanılabilir yerler sular altında kaldı. Yağmurun durduğu zamanlarda ise soğuk hava esir aldı yeryüzünü. Rüzgârın gücü, havanın soğukluğu insanları hasta etti. İklim şartları artık değişmişti, bu değişim yeryüzünde yaşayan insanların durumunu da etkilemişti. Eskiden yüzünde çiçekler açan, eğlenen, gülen insanların yerini daha sinirli, kibirli ve kendi düşünen insanlar almıştı. Bu durum kavgaları, iç karışıklıkları ve hatta büyük savaşları da beraberinde getirdi. Doğum oranı azaldı. Doğan az sayıda bebek ise uğruna sayısız canlar verilerek korundu ve bulunduğu yerlerde büyütülmeye çalışıldı. Doğum oranın az olduğu yerlerde soylar tükendi, nüfuslar azaldı.
Uzun yıllar sürdü bu süreç ve bir gün yeni doğan neslinden bir genç adam toplulukların liderlerini toplayarak onlara karşı bir konuşma yaptı. Birbirlerini, uzun yıllardır yediklerini, öldürdüklerini, katlettiklerini anlattı. Asıl düşman insanlar, hayvanlar veya doğa değildi. Asıl düşman kötülüktü. Her yeri sarmış olan, toprağa işlemiş hatta havanın içerisinde bile bulunan kötülüktü. Ona karşı savaşmalı ve bu savaşı kazanıp yaşadıkları yeri eski haline getirmeleri gerektiğini söyledi. Bu konuşma sonrası büyük destek aldı. Ortada tek ve büyük bir sorun vardı; Kötülüğü nasıl yeneceklerdi?
Bulundukları toprakların alimleri, bilim insanları, ruhani temsilcileri herkes bir arada günlerce kötülük ile nasıl savaşabilecekleri konusunda fikirler ortaya attılar. Kimi kılıçlarla, kimi dua ile kimisi ise başka yerlere göç etmeleri gerektiğini söyledi. Bu fikirler yeterince yararlı değildi. Zaman hızla geçmeye devam ediyordu. İnsanlar birbirlerini daha fazla öldürüyor ve doğa daha fazla yok oluyordu.
Bu esnada ülkenin uzak sınır köylerinden birinde yeni doğan dedikleri grubun içerisinde yer alan bir çocuk yaşadığı çadırdan kaçtı. Bilinçli bir kaçış değildi bu. Aslında çocuk, çadır içerisinde oyun oynarken dışarıya çıkmış, etrafına bakarken bir hayvan görmüş ve hayatında ilk defa gördüğü bu hayvanın peşinden gitmişti. Hayvan onu ormana kadar peşinden götürdü. Hayvan, bir ağacın altına oturdu ve çocuğun yanına gelmesine izin verdi. Çocuk, hayvanı severek yanına oturdu ve bir süre sonra oturdukları ağacın altındaki siyah ve hayatında hiç görmediği taşa benzeyen bir şey gördü. İstemsizce onu eline aldığında hayvan bağırmaya ve bir yandan da toprağı kazmaya başladı. Sonrasında çocuk elindeki şeyi hayvanın kazdığı yere bıraktı ve hayvan hemen toprağın üstünü kapattı. Yıllardır süren karanlık ve bulutlu havanın ortasında ufak bir gün ışığı yeryüzüne vurdu. Bu ışık karanlık olan ülkenin her yerinden görüldü. Önce bulundukları köyde daha sonrasında da ülkenin sınırları içerisinde yaşayan her insana bu durum anlatılıyordu. Karanlıkla nasıl mücadele edebileceklerini sonunda anlamışlardı. Doğayla iç içe, sevgiyle ve huzurla…