“YAZIKLAR OLSUN!”
Bir felaket bir diğerinin habercisi gibi adeta! Sanki tüm yangın haberleri Bolu’da yaşanan felaketi bekliyormuş gibi peşi sıra gelmeye başladı. Sonra bir bina çöktü Konya’da ve ardından yine yangınlar… Eski zamanlarda yaşasak; ülkenin üzerinde kara bulutların dolaştığına inanan şifacı kadınlar kurşun döktürmeye kalkarlardı. Ama bilim ve teknolojinin günbegün gelişerek dönüştüğü günümüzde ihmal, açgözlülük gibi bencileyin nedenlerle yaşanan bunca acı kalplerimize de teğet geçmeye başladı. Yalnızca bakıyoruz ama görebiliyor muyuz sahiden?
KLAVYEDEN SAVAŞÇILAR!
Bir gazetenin 3. sayfa haberlerine şöyle bir göz gezdirdiğimizde, kaybedilen bir can, ucu bize dokunmadıkça ne kadar tesir ediyor içimize? Savaşlar oluyor başka ülkelerde; binlerce çocuk, genç, anne ve baba can veriyor. Klavye şövalyeliğinden öteye geçip, gerçek manada savaş mağdurlarının acılarıyla hemhal olan kaç kişiyiz? Belki de bu rahatlığımız, henüz savaş bizim topraklarımıza sıçramadığı içindir! Silah tutmayı bırakın, soğuk bir demir parçasına dahi dokunmamış gençlerin sloganlaşmış cümleleri tekrarlayarak, kendilerini girmedikleri bir savaşın galibi olarak görmelerinden geliyor olabilir bu cesaretleri.
HAYAT SLOGANLAR KADAR YAŞANABİLSEYDİ KEŞKE!
Geldik mi sosyal medyanın kişiler üzerinde oluşturduğu rehavetin vahametine! Kurduğumuz cümleler; içi boş, yamalı bir bohça gibi oradan oraya yolculuk ediyor yalnızca. Bir tuş kadarız artık ve ‘enter’ da olmasa vay halimize! İçinde bulunduğumuz şey, dijital bir savaş ve ‘biz’ bu savaşın oynatılan piyonları gibiyiz. Edilgen bir beynimiz var; farkında olmadan içine yerleştirilen komutlar sistemiyle hareket ediyoruz. Bir otel yangınında 78 kişi öldü; “üzül!” Peki diyoruz ve klavyenin başına geçiyoruz. Mavi tik almadıysak, 280 karakterin içine sığdırarak duygularımızı, birkaç cümle karalıyoruz ve enter… Konya’da bir bina çöktü; iki kişi hayatını kaybetti. Sadece rakamlara odaklanıyoruz. Kolonların kesildiği iddiası gündeme geliyor, dükkan katının genişletilmesi lazım çünkü! Geniş olan bir dükkan daha çok müşteri çeker. Mülk sahibi ya da kiracı açacağı işyerini keyfi bir biçimde dekore edebilir. Kes kolonları, boş ver ölen iki kişi olsun; dünyada daha çok insan var isimlerini bilmediğimiz. Girelim sosyal paylaşım platformuna, “yazıklar olsun, insan canı bu kadar ucuz olmamalı” yazalım ve enter… Vicdanımız öyle rahat ki artık!
BİR PAYLAŞIM YAPIP VİCDANIMI SUSTURAYIM!
Suriye’de yıllardır süren bir savaş vardı. Yurtlarını terk etmek zorunda kalan milyon tane Suriyeli başka başka diyarlarda hayatlarına devam etmek zorunda kaldılar. ‘Vay vatansızlar!’ Yargı merciiydik biz ve dilimizden düşmedi ayıplayan cümlelerimiz. “Kimse işlemediği günahın masumu değildir.” Şayet bu bir günahsa; bu günahın empatisini kurabilecek durumda mıyız? Biz savaşçı bir millettik; evet. Ama bu vasfımız, ekranları başında sloganlara teslim olmaya başladığımız an körelmeye başladı. Filistin’in şehirlerine binlerce bomba yağdı her gece; kınadık. Bu kadarı yetmez mi? Aman ya hu! Altı üstü Araplar, bize ne! İnsanlığın dini, dili, ırkı oluyor muydu? Başlarda heyecanlıydık; ‘İsrail’ ürünlerini boykot ettik bir süre ve sonra sürekli kullandığımız bir üründen vazgeçemeyince, “bir kereden bir şey olmaz” dedik. Böylece taviz tavizi getirdi. Ondan da vazgeçtik. Hem nereye kadar boykot? Kefiyelerimizi taktık boynumuza, “kahrolsun İsrail” diye bağıra bağıra meydanlara indik. Yine sıkıldık; hem klavyeler dururken, soğuk havalarda sokaklarda ne işimiz var! Gazze’de yine ölüm haberi! Aman Allah’ın, çok üzüldüm; hemen bir paylaşım yapıp vicdanımı susturayım!
ACIYI VE ÜZÜNTÜYÜ PAYLAŞMAKTA SAMİMİYET!
Şimdi de içinde yaşadığımız, toprağının her karışından şüheda fışkıran caanım ülkemizde 78 tane canın yanarak ruhlarını teslim ettiği elim bir olay yaşadık. 2 gün sürdü acımız ve ardından cenahlara ayrıldık yeniden; yandaşlar ve fondaşlar olarak… İnsan acıda da ayrılıyorsa; yaşanan, hissedilen gerçek bir acı olabilir mi? Biz, bilmeden ölüme yaptıkları son yolculukta, çaresizce can veren insanların kaybına ve ölüm nedenlerine üzülmüyor muyduk? Tam kendimizi buna inandırmışken, her iki kesimden sosyal medya kullanıcıları “suçlu” aramanın derdine düştü. Bakan bey mi suçlu yoksa belediye başkanı mı? Suçluyu bulduk diyelim ve yargıladık da; tedbirleri sıkılaştırmadan, işyerlerinin denetlenmesi üstünkörü yapılmaya devam edilerek ve rantlar sofrasında üç maymunu oynayarak, yetkililer ‘eksik ve kusurlara’ caydırıcı cezaları kesmeden bu olayların ardı arkası kesilecek mi? Yoksa gelecek seçimler için taraflardan biri elde ettiği ‘koz’ ile yarışa 1-0 önde mi başlayacak? Ne demiştik efendim! Acıyı ve üzüntüyü paylaşmakta samimiyet! Bu ülke bizim ve vefat eden canlar da bizim. Ama her şeyden öte; ölenler insandı. İnsanlığımızı unutmadan, utanmadan insanlığımızdan; fabrika ayarlarımıza geri mi dönsek! Belki o zaman sloganların ardında kaybolan ‘gerçek’ dünyanın içerisinde kendimize bir yer edinebiliriz.