İSTANBUL (AA) - GÖKÇE KARAKÖSE - Türk-Yunan nüfus mübadelesiyle doğdukları topraklardan göçe zorlanan mübadillerin anılarına çocukları ve torunları sahip çıkmaya çalışırken, tarihi olay 101 yıldır hüzünle anılıyor.
Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923'te imzalanan Lozan Mübadele Antlaşması'yla yaklaşık 2 milyon Müslüman ve Hristiyan halkın göçüne sebep olan tarihi olay, göçe zorlanmış mübadillerin çocukları ve torunlarının hafızalarından silinmiyor.
Tuzla Sosyal Dayanışma ve Yardım Derneği Başkanı Nursen Temizel, ailesinin Selanik'in Sevindik köyünden "Ümit" gemisiyle Türkiye'ye zor şartlarda geliş hikayesini AA'ya anlattı.
Gemiden inenlerin Tuzla Tahaffuzhanesi'ne geldiklerini ve burada salgın hastalıklardan korunmak için karantinada tutulduklarını, eşyalarının etüv makinelerinde yıkandığının anlatıldığını belirten Temizel, hasta olanların revirde tedavi edildiğini ancak bunları yaşamanın hiç kolay olmadığını söyledi.
Ailesinin Tuzla'ya yerleşerek çiftçilik yaptığını belirten Temizel, "Bizimkiler geldiği zaman oradakiler 'Rumlar geldi.' diyorlarmış. Müslüman oldukları da kolay kolay kabul edilmemiş. Ailem buraya geldiğinde, Ethem ismindeki bir kardeşleri yolda ölüyor. Onun kıyafetlerini de kardeşine giydiriyorlar. Zaten gemilere bindiklerinde de hasta olanların bir kısmı ölüyor, onlar da denize bırakılıyor. Hem orada toprak altında bıraktıkları bir tarafa, bir de gelirken insanlar çocuklarını, torunlarını, en yakınlarını denizin serin sularına bırakıveriyorlar. Bu acı hiçbir zaman dinmedi." ifadelerini kullandı.
- "Dut ağacı sanki onları bekler gibiydi"
Kendisinin bu olayı yaşamadığını ancak anlatırken bile hala çok duygulandığını ifade eden Temizel, bunları yaşayan insanları dinlerken bile insanın hüzün dolduğuna vurgu yaptı.
"Üzerine hiç güneş doğmamıştır" diye tabir ettiği babası hasta olduğunda ona köyünü, köyünden neleri hatırladığını sorduğunu belirten Temizel, babasının, köyün altından bir dere geçtiğini, su kuyusu, fırın ve bir dut ağacını anlattığını söyledi.
Temizel, 2002'de köye gitmek için yola çıktığını anlatarak, "Köyü bulana kadar bir hayli uğraştık. Köye gittik, yolları çok güzel. Babamın anlattıklarını hayal ediyorum. Baktım ki köyde ev yok. Yanmış temeller var. O gün çok etkilendim. Babamın bahsettiği dut ağacı sanki onları bekler gibi bekliyordu. Dut ağacının altına oturdum, babamı düşündüm. Orada kendime bir söz verdim, 'Babacığım ben sizi yaşatacağım.' demiştim." dedi.
Kendine verdiği sözün ardından çalışmalarına başlayan Temizel, sempozyumlar, anma günleri, sokak şenlikleri, sergiler ve müzeyle şimdi hatıraları yaşatmak için çalışıyor.
Tuzla Kent ve Mübadele Müzesi'nin kurulmasına öncülük eden Temizel, müzede sergilenen kıyafetlerin, saat ve iğne takımlarının, ev eşyasının, radyoların ve belgelerin yanı sıra müzede yer almayan el işlemesi örtüleri, fincan takımlarını, lambaları ve radyoları da Tuzla Sosyal Dayanışma ve Yardım Derneğinin bir odasında muhafaza ediyor.
Temizel, o günlerden kendine hiçbir şey saklamadığını, çocukluk radyosunu da müze için verdiğini, anılara sahip çıkmak için kitaplar yazdığını anlattı.
- "Bu deniz bizi alır demişler"
Selanik'in Kılkış köyünden gelen babaannesiyle uzun süre yaşadığını söyleyen 59 yaşındaki Sibel Aras, ailesinin Rumlarla çok güzel ilişkileri olduğunu fakat Bulgar çetelerinin köylerini çok bastığını anlattıklarını belirtti.
Babaannesinin mübadeleyle ilk gelenlerden olduğunu ifade eden Aras, "Gelirken gemide sandığı varmış. Hep onu anlatırdı, içinde eşyası varmış. Fakat o kadar kalabalıkmış ki gemi, sandığını atmışlar. Ona çok ağlardı." dedi.
Dağ köylerinde yaşayan ailesinin zeytini bilmediğini söyleyen Aras, babaannesinin hikayesini şu sözlerle anlattı:
"Babaannemler zeytini bilmiyorlar, erik zannediyorlar. Onları yemeye çalıştıklarında çok acı geliyor. Orada ilk defa zeytini tadıyorlar, ne olduğunu görüyorlar. Sonra zamanla burada bir düzen kurmaya başlıyorlar. Tuzla'nın içinde yerleşim gerçekleştiriyorlar. Her şeylerini orada bırakmak çok acılı olduğu için hüzünlülerdi, çok bahsetmek istemezlerdi. Dini yönleri de çok kuvvetliydi. Bana bütün duaları babaannem öğretmiştir. Her konuda çok kaliteli insanlardı. Yemek düzenleri, her şey sıraylaydı. Kadın-erkek ayrımı yoktu. Güzel yaşadılar, bize de bunları bıraktılar. Biz de biraz daha onlardan öğrendiklerimizi yapmaya çalışıyoruz."
Anneannesinin de Kavala'dan geldiğini ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın sarayında yemekler pişirdiğini belirten Aras, "Çok güzel yemekler yapardı. Bir de tütün işleriyle uğraşırlarmış. Orada evlenip buraya gelmişler. Manastır bölgesine yerleşmişler ve denizden önce korkmuşlar. Alışık değiller, 'Bu deniz bizi alır.' diye hiçbiri oraya gitmek istememiş. Biz büyüklerimizle güzel yaşadık, güzel insanlardı. Ölçüyü, harcamayı çok iyi bilirlerdi, hiçbir zaman gösteriş yapmazlardı. Yardımlarını da gizliden yaparlardı. Güzel bir aile ortamında bize bunları bıraktılar." diye konuştu.
Anne-babasının 12 yaşındayken Tuzla'ya göç ettiğini belirten Saime Kanat ise dedelerini hiç tanımadığını ancak anneannesinin çok eziyet çektiklerini anlattığını belirtti.
Deniz kenarında kilisenin evinde oturduklarını kaydeden Kanat, "Annem babam da çocuk olduğu için çok bir şey hatırlamıyorlar. Anneannemler, her şeylerini bırakıp dönmüşler, kullanacak kadar bir şey getirmişler. Alışmak, yerleşmek zaman almış, bütün malı mülkü bırakıp gelmişler. Zahmet çekmişler." dedi.
Anneannesinin Sarıbaşan, babaannesinin de Kulacık köyünden olduğunu aktaran Kanat, yalnızca Kavala'ya kadar gidebildiğini, orayı da çok sevdiğini, anıları yaşatmak için de ömürleri yettiğince çalışacaklarını söyledi.