“Bütçe önemlidir, bütçe haktır, bütçe namustur… Tavsiye ederim, TBMM’yi takip edin, oturumları izleyin” derken bir uyarıyı gözden kaçırmışım; Lütfen çocuklarınıza izletmeyin!

İzletmeyin çünkü galiz küfürler, hakaretler ve kavga eksik olmuyor.

En büyük kavga İç İşleri Bakanlığı Bütçesi görüşülürken çıktı malumunuz.

Son günlerin en çok tartışılan ismi Bakan Süleyman Soylu TBMM’deki yerini aldığı an ortam gerildi.

Her konuşmacıya oturduğu yerden laf attı;

Sahtekârca yalan söylüyorsun, sahtekârca!

Oturumu yöneten TBMM Başkan vekili sürekli uyardı; Sayın Bakan, lütfen...

O devam etti;

Siz yalancısınız! Siz müfterisiniz! Sahtekârca yalan söylüyorsun. Yalancı!

Terörist hamisi seni!

Başkan vekili, Sayın Bakan, rica ediyorum dese de nafile;

Sahtekâr. Otur aşağıya!

Haliyle milletvekilleri ayaklanıyor. Birbirlerinin üzerine yürümeler falan ve Başkan birleşime on dakika ara veriyor.

Aradan sonra uyarıyor ama değişen bir şey yok.

Başkan; Sayın Bakan, Sayın Soylu, müsaade eder misiniz?

Belgesi gelecek, dört gün önce katlettiğiniz adamın belgesi gelecek, belgesi gelecek.

Başkan; Sayın Bakan, Sayın Soylu, lütfen, rica ediyorum…

Nafile. Hakkındaki iddialara karşılık kendisini ve bütçesini savunmak yerine ‘en iyi savunma saldırıdır’ taktiği ile davranıyor.

Muhalefet de durmuyor tabi;

Düşünün ki İçişleri Bakanlığı bütçesi konuşuluyor; grubumda Aksaray Valisi var, grubumda İstanbul Emniyet Müdürü var, grubumda Emniyet Genel Müdürü var, İçişleri Bakanlığı bütçesinde konuşmuyor. Selami Altınok nerede? Neden yok Selami Altınok?

Sana ne! Sana ne! Sataşmalarına rağmen devam ediyor; Selami Altınok neden yok biliyor musunuz? Beyefendi kendi paçasını kurtarmak için basına servis ettiği metinde, Selami Altınok gibi birini, FETÖ’yle mücadele konusunda 15 Temmuz gecesinin en alnı açık kişisini FETÖ’cülükle suçlayacak kadar küçüldü de o yüzden Selami Altınok burada yok.

Bu beyefendi İstanbul’u, Ankara’yı gezdi “Aman, yalvarıyorum size, sakın ha, CHP’ye oy vermeyin, Ankara Büyükşehri CHP kazanırsa su faturalarını DHKP-C militanları dağıtacak.” dedi.

Ankara’da evine su faturasını getiren o güzelim, her yaştan, her siyasi görüşten; erkekli kadınlı, namuslu, vatanına, milletine bağlı insanları gören her Ankaralı ve İstanbul’da İSPARK’a aracını park ederken sizin, seçimdeki “Bunlar İSPARK’ı PKK’ya verecekler.” yalanınıza karşı o güzel İSPARK çalışanlarını gören her İstanbullu sizin nasıl bir müfteri nasıl acımasızca yalan söyleyen, yalan bitmeden doğru konuşmayan ve sadece siyasi çabayla alçalanabilecek seviyenin en dibine inen bir şahsiyet olduğunuzu her gün görüyor, her gün hatırlıyor.

Özgür Özel bunları der demez ortam yine gerildi.

Bakan Soylu; Akşam o söylediklerinin hepsinin cevabını alacaksın.

Ama DHKP-C’nin avukatıyla beraber kendini savunacaksın biliyorsun değil mi?

PKK televizyonunda kendini savunacaksın!

Sen eksik kalırsın Kılıçdaroğlu gelsin, sen eksik kalırsın.

Bizim halkın iradesine saygımız var, PKK’nın iradesine saygımız yok, PKK’nın!

Milletvekilleri birbirlerinin üzerine yürürken Başkan vekili uyarılıyor; Sayın Başkan, bu kadar hakaretlere müsaade etmeyin.

Başkan ne yapsın; Arkadaşlar, ne yapabilirim ki? Artık iş zıvanadan çıktı!

Evet zıvanadan çıktı, sataşmalar bitecek gibi değil. Hele ki Soylu ile Özgür Özel atışıyorsa;

Sen ne kadar zavallı bir adamsın ya.

Sensin lan zavallı, sensin zavallı!

Dedikoducusun! Senin yerin hamam, hamam!

Bak küfretme! Devamlı aynı şeyi yapıyor. Bir şey söyleyeyim mi? Cürmün kadar yer yakamazsın! Sen kimsin! Cürmün kadar yer yakamazsın!

Senin yerin hamam, senin yerin burası değil, hamam!

Hata seni insan sayanda! Terbiyesiz adam!

Ve Başkan ne yapsın; Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Oturum açılınca yine aynı terane; HDP milletvekilini konuşturmuyor sayın Soylu; Yalan söylüyorsun!

Ve bir on dakika ara daha…

Dediğim gibi Bakan Soylu kendini ve bütçesini savunmak yerine sürekli saldırıyor, hakkındaki iddiaları PKK ile kahramanca mücadele ettiği/edildiği şeklinde savunurken, muhalefeti de PKK yandaşı olmakla suçlamaya devam etti.

Hakkındaki iddialar dile getirildikçe onları duymazdan gelip şanlı mücadelesini öne sürdü.

Tıpkı sıkışan iktidarın milli ve yerli hamasete sarılması gibi…

ÖZGÜR ÖZEL PİMİ ÇEKTİ MECLİS KARIŞTI

Gazi Meclis’in son gazisi(!) Özgür Özel, partisi adına gereğini yaptı;

“Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; “suç işleri bakanı” diye söylendiğinde toplumun genelinde bir kabule dönüşen mesele, bu akşam bir iftira işleri bakanına dönüştü.

Ve “Bu konuşma niye yapıldı, nasıl yapıldı?” diye sorarsanız Bir: Bir suç örgütü liderine koruma tahsisiyle ilgili, kendi kusuruyla ilgili sorduğu sorulara cevap vermemek için, Hakan Çalışkan’la ilgili soruya cevap vermemek için, Sedat Peker’e koruma aracı ve yurt dışında koruma tahsisi sorusuna cevap vermemek için, karakol baskını sorusuna cevap vermemek için, Silivri Emniyet Müdürünün intihara itilmesine cevap vermemek için, İnsan kaçakçılığıyla ilgili ağır kusuruna cevap vermemek için, Thodex gibi Türkiye’deki 300 binden fazla insanın dolandırılmasına yol vermesini, görüntü vermesini ve görevini yapmamasını açıklamamak için, Aliye Uzun konusuna cevap vermemek için böyle bir konuşmayı tercih etti.

Ve bütün meseleyi şunun üzerine kuruyor. Sinir krizleri geçirerek diyor ki: “Devlete iftira attırmam.” Burada devlete iftira atan yok ama kendisine soru soranlar var. Eğer bir İçişleri Bakanının suçlanması devlete iftiraysa o zaman şuraya dönerler: Televizyon programında çıkıp “Bizden önceki bakanın oğlunun evinde para kasası çıktı, dikkatli ol evladım, bize bu lafı getirme.” diyorsan sen Muammer Güler’e yöneltilen suçlamayı tekrar ediyorsun ve sahipleniyorsun demektir; buna susuyorsunuz.

Bundan beş sene önce “AVM’lere çocuklarımızı götüremiyoruz.” derken şimdiki Genel Başkan Yardımcınız, Efkan Ala’nın İçişleri Bakanlığını eleştiriyor, ses edemiyorsunuz.

Gündüz söyledim, AKP’de FETÖ’yle mücadelede kimsenin toz kondurmaması gereken Selami Altınok’u FETÖ’yle iş birliği yapan kişi olarak evrak servisinden dolayı bakın, Selami Bey konuşmada yok, salonda yok, sana da hakkını helal etmiyor.

Devlete suç atmak İçişleri Bakanına atmaksa bu partinin bundan önceki İçişleri Bakanı suçlanıyor burada.

Ve şizoid bir sanrı var, öyle bir sanrı ki kendi konuşuyor, sesi kesilmeye, sözü kesilmeye çalışınca “Vallahi de aklın sesini kesemezsiniz, vallahi de hakkın sesini kesemezsiniz.” diyecek şizoid bir sanrıya kapılmış klinik bir vaka var karşımızda.

Bir oyuna gelmeyin, bir oyuna gelmeyin. Bu Parlamentoda sadece liderler ayakta alkışlanır. “Şehit ailelerini kahraman Mehmetçiği, kahraman polisi ayakta alkışlar mısınız?” deyip kendi ayakta alkışlanıyormuş çakallığını yapana alet olmayın.”

Ortam gerildi, yumruklaşmalar ve kavga başladı.

İşin ilginç yanı İdare Amiri sıfatıyla asli görevi araya girmek, sakinleştirmek olan eski futbolcu Alpay Özalan’ın saldırıda başı çekmesiydi.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ; HEM SUÇLUSUN HEM GÜÇLÜ!

HDP Grup Başkan Vekili Meral Danış Beştaş konuştu;

“Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli halkımız; sabahtan bu yana çok gergin bir bütçe geçiriyoruz, maalesef, üzülerek söylüyorum.

Şimdi, şöyle bir şey söyleyeyim: İçişleri Bakanının en çok kullandığı cümle hem Bütçe Komisyonunda hem buradaki pratiğimizde “Yalan söylüyorsunuz.” Genellikle bunu söylüyor ve kendisiyle ilgili suçlamalar hakkında o kadar somut bilgi, veri ve delil var ki bunları kapatmak için sürekli bir şekilde sözlerimize kamuoyunda da “Yalan söylüyor.”

Muhtemelen bir tik hâline geldi, herhâlde sokakta yürürken de “Yalan söylüyorsun.” diye bağırıyordur, bu benim gözlemim.

Hakikaten kendisi, aksine, bu konuda, yalan atma konusunda bence bir rekor kırıyor çünkü somut delillerle ortaya koyuyoruz ve psikolojide bu -bilimsel söylüyorum “yansıtma hastalığı” diye bir hastalık varmış- kişinin kendisinde olan düşünceleri ya da davranışları karşı tarafta varmış gibi gösterme hastalığı.

Bilim bu hastalığın genellikle narsist kişilik bozukluğu taşıyan insanlarda görüldüğünü söylüyor. Bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

Şimdi, aynı zamanda, geçmişteki sözlerinin de aksini söyleme gibi bir, maalesef, tutumu var.

“At üstünde durmayı beceremeyen Başbakan.” “Paçalarından yolsuzluk akıyor.” “Boyan döküldü.” “Başbakan rantın babasını getirdi.” “Kendisini padişah olarak görüyor” Bunları Erdoğan hakkında kim dedi biliyor musunuz? Süleyman Soylu.

Ve sonunda, 7 Haziran öncesi “Allah şahittir ki bütün bedenim kan gölüne dönse de Erdoğan’dan ayrılmayacağım.” dedi. Evet, ve Süleyman Soylu kıpkırmızı plakayı da aldı, kendisini ayakta alkışlatıyor.

Bir kere, şunu unutmasın Bakan: Kürt sorunu son kırk yılda sadece 8 başbakan, 13 hükûmet devirdi. Kürt sorunu 32 İçişleri Bakanı devirdi, kendisi de 33’üncü olacak ve bunun hesabını verecek yani bu konuda hiçbir kuşkunuz olmasın.

Şimdi, gelelim şeye…

Kumpas bakanı kendisi. Niye kumpas bakanı? İki bütçedir, her bütçede bir milletvekilimizin üzerine, hakkında iftira atıyor.

Geçen bütçede “Yeni bir şey açıklayacağım…” Flaş flaş reklamlar verdi televizyonda, Ağrı milletvekilimiz hakkında asılsız bir iddiada bulundu. Bir kere, milletvekilini asılsız yere hedef göstermek en büyük suçtur.

Bugün İçişleri Bakanı bütçesi olduğu belli. Ne yapmış? Kendi emrindeki kolluğa talimat vermiş, Silopi’de gözaltı operasyonu yapmış -şimdi Vekilimiz açıklayacak zaten, Saruhan Başkan da açıklayacak- ve burada suçlu ilan etti. Ya, ayıptır ya! Ayıptır, ayıp! Bir milletvekiline böyle bir iftira atamazsınız.

Ben sabah söyledim, dedim ki: Her şey sizin emrinizde. Siz gözaltı da yaparsınız, sahte tutanak da tutturursunuz, sahte tanık da bulursunuz ve bunun dosyasını oluşturursunuz; “Kumpas bakanı” dediğim tam da bu. Yani dün akşam gözaltı olması, bugün İçişleri Bakanının bunu anlatması tesadüf mü? Asla değil.

Sabah ben buradan giderken bana dedi ki: “Başınızı öne eğeceksiniz akşam açıklayınca.” Ben hiçbir şey bilmeden dedim ki…

Ya, şimdi şöyle: Bizim her tarafta başımız açık, alnımız dik, toplumun karşısındayız. Kendisinin başını eğmesi için ne olması gerekiyor?

Ya, uyuşturucu mu dersiniz, yolsuzluk mu dersiniz, hırsızlık mı dersiniz, mafyayla iltisak mı dersiniz, başını eğmesini bütün toplum bekliyor ama kendisi inatla direniyor. Biz, onun başının eğilmesini bekliyoruz ve hesabını vermesini bekliyoruz.

Onurumuzun zekatı ona birkaç ömür yeter, bu ona ders olsun, ders!”

HAKKI SARUHAN OLUÇ: SİZ EV SAHİBİ BİZ MİSAFİR MİYİZ?

HDP Milletvekili Oluç, Bakan Soylu’nun iddialarına cevap verdi;

“Sayın Başkan, sayın vekiller; tabii, kısa zamanda mümkün olduğu kadar çok şeye cevap vermeye çalışacağım. Şimdi, birincisi, Sayın Bakan burada konuşurken bize dönüp “Ya, bizim Türkiye’mizde her yerde konuşuyorsunuz.” dedi. “Bizim Türkiye’miz” dedi. Siz kimsiniz ya? Siz kimsiniz?

Siz bu ülkenin sahibi değilsiniz. Bizler hep beraber bu ülkenin sahibiyiz.

İşte Kürt düşmanlığı, işte ayrımcılık, işte bölücülük dediğimiz budur, bu.

Sizler gibi bizler de bu ülkenin, bu toprakların sahibiyiz. Bu ülkeye demokrasi, özgürlük, barış, adalet gelsin diye mücadele ediyoruz, asla vazgeçmeyiz, bu ülkenin ortak sahibi olmaktan. Bunu öğreneceksiniz, en başta da siz öğreneceksiniz; bir.

İki, kumpasçısınız, kumpasçı. Biraz evvel Meral Başkan anlattı. Başka bir kumpastan bahsedeceğim size. 6-8 Ekim Kobani davasının dosyasının içinde savcı bir belge unuttu. O belge bizim avukatlarımız tarafından görüldü.

Nedir o belge biliyor musunuz?

2018 yılında Terörle Mücadele Şubesi antetli bir kâğıda yazılmış 17 sayfalık bir belge ve o belgede, Terörle Mücadele Şubesi antetli kâğıtta, bu Bakanın başında olduğu şube, diyor ki: “Şu şu kişileri tutuklayın, şunlar hakkında dava açın, şu vekillerin dokunulmazlığından faydalanmasını engelleyin. Partiyi kapatmak için şu adımları atın.” O belge dosyanın içinde unutulmuş, bizim elimize geçti. Kumpasınız orada da ortaya çıktı, kumpasçı bir Bakansın sen, kumpasçı.

Şimdi, bakın, önce hüküm, sonra hukuk sizde değil mi?

Milletvekilimizin ve 4 milletvekilimizin başına herhangi bir şey gelmesi hâlinde tek müsebbibi Süleyman Soylu’dur, tek müsebbibi. Önce yık, sonra hukuk, değil mi?

Her konuşması suç, her konuşmasında yasa ve Anayasa çiğniyor, her konuşmasında manipülasyon var. Buraya her sene geliyor, kavga çıkarıyor. Neden? Gerçeklerin konuşulmasını engellemek için, kendi yaptığı hukuksuzlukları, kendi yaptığı demokrasi düşmanlığının konuşulmasını engellemek için.

Siz hukuk ve demokrasi düşmanısınız.

Yazıktır yahu! Türkiye Cumhuriyeti’nde çok suç işleyen bakan görüldü…

Ama hakkında mafya iltisaklı ve mafya irtibatlı olduğu iddiaları ilk kez bir bakan hakkında bu kadar ayyuka çıktı.

Hesap vereceksiniz, Yüce Divanda hesap soracağız. Türkiye’yi gri listeye siz düşürdünüz, sizin anlayışınız düşürdü.

Siz yalan lafına takılmışsınız. Yalanın alası, yalanın odağı, yalanın merkezi İçişleri Bakanının kendisidir esas itibarıyla.

O zaman hakkında soruşturma açılsın, o zaman Yüce Divanın önüne gitsin, o zaman aklansın.

Aklanmadığı müddetçe hakkında söylenen her şey burada ve Türkiye'nin her köşesinde konuşulmaya devam edilecektir, bu da bilinmelidir. Asla aklanmadan insan önüne çıkamayacaktır, bunu herkes bilsin ve görsün. Siz arkasında durmayın.

Çünkü aklanamadığı zaman siz de suç ortağı olacaksınız, suç ortağı; onu da söylemiş olayım size.”

AHMET ŞIK; KENDİ KUYUNU KAZIYORSUN!

TİP Milletvekili Ahmet Şık bence fena köşeye sıkıştırdı;

“Herkese merhaba.

Soylu’yla A Haber yayını bitti, şimdi, biraz hakikatleri konuşacağız. Türkiye, aylardır Sedat Peker’in ifşa ve itiraflarını konuşuyor; hazır muhatabı da burada, birkaç kelam etmek istiyorum.

Peker’in ifşalarına göre, Türk Ceza Kanunu’nun 51 ayrı maddesi tam 360 kez ihlal edilmiş yani 360 kez suç işlenmiş. Peki, açılan soruşturma sayısı kaç? Sadece 1, Kutlu Adalı’nın katledilmesiyle yani AKP dönemine ait olmadığı için raftan indirilen bir suç dosyasıyla ilgili, geri kalan 359 suçla ilgili hiçbir şey yapılmamış; Türkiye yargısının rezilliği bundan daha iyi anlatılamazdı.

Peker’e “yalancı” diyorsunuz ama halk size değil “mafya” dediğiniz kişiye inanıyor. Hâlbuki, aklanma fırsatı elinizde. Gelin, hemen bir Meclis araştırma komisyonu kuralım, kimin yalan söylediği ortaya çıksın ama siz hakikatin ortaya çıkmasını istemiyorsunuz; nedeni malum. Zaten geçmişte AKP’nin resmî mafyası olduğunu hatırlatan Peker de “Ben, ancak bir suç örgütünün üyesi olabilirim.” diyerek esas çetenin kim olduğunu söylüyor; işte, o çete bu haritada.

Çoğu Soylu’yla ilgili olan suçlamalara karşı Bay Bakan, söylenenlerin yalan olduğunu iddia etti; yandaş medyaya çıktı, kendi sordu, kendi yanıtladı, bir de tehditler savurdu ama Peker’e değil, hakaretler edip “Hesap sormazsam namerdim.” dedikten sonra katıldığı AKP’yi, sizleri tehdit etti. Çünkü korkudan kaynaklı tehdidin kime, niye yöneldiği hiçbir zaman tesadüf değildir.

Bir İçişleri Bakanı düşünün ki, mafyanın suçlarını engellemesi gerekirken mafya çıkmış, İçişleri Bakanının suçlarını ifşa ediyor. Peki, Bay Bakan ne yapıyor? “Bana kaybettirirseniz ben de size kaybettiririm.” diyor.

Nasıl yapıyor, kime söylüyor; gelin, size hatırlatalım. Patlayan bombalardan, çetelerden bahsedip kendisinden önceki İçişleri Bakanı Efkan Ala’yı suçluyor; mafya lideri Salifov’un serbest bırakılmasında, bir vekilinizin babası olan Mehmet Ağar’ın parmağı olduğunu söylüyor. Peker’le ilgili soruşturmanın bekletildiğini, ancak talimat vermesi üzerine başlatıldığını söyleyerek, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ı suçluyor. Çünkü pelikan ekibinin adamı olarak bilinen Mustafa Çalışkan işe karışınca, sırtını dayadığı Berat Albayrak da oyuna dâhil olmuş oluyor.

Peker’e resmî koruma verilmesinin sorumlusunun dönemin İstanbul Emniyet Müdürü, şimdiki AKP’li Vekil Selami Altınok olduğunu söyledi, bir de FETÖ’cülükle itham etti.

“Bir siyasetçi Sedat Peker’den 10 bin dolar aldı.” diyerek, eski Vekiliniz ve hâlen partinizin yöneticisi olan Metin Külünk’ün adını tartışmaya açtı. Bildiklerini yargıya anlatmayarak da suç işledi, hâlen de işlemeye devam ediyor.

Oğluyla ilgili sorulara “Oğlum üzerinden bir algı yapılıyor bana. Eski bakanların oğlu meselesi… Hani, para sayma makineleri…” karşılığını veriyor. Para sayma makinelerinin kimlerin oğlunun evinden çıktığını siz de çok iyi biliyorsunuz.

Tehditlerine Plan ve Bütçe Komisyonunda da devam etti. Sezgin Baran Korkmaz’la İnan Kıraç arasındaki alacak verecek meselesine dâhil olduğunu, Sezgin Baran Korkmaz’a kaçmasını söylediğini reddetmedi. Bir kumpası boşa düşürdüklerini iddia edip “Devletin bütün kurumlarıyla yukarıdan aşağıya öyle bir karar aldık.” dedi. Devletin en yukarısında kimin bulunduğu hepinizin malumu yani “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilgisi ve talimatıyla yapıldı her şey.” dedi.

Envanter kayıtları bulunmayan Kaleşnikofların dağıtılmasıyla ilgili soruya “Silah dağıtılması talimatını ben vermedim.” dedi. Yani silahlar dağıtılmış ama emri vermemiş. Peki, kim verdi emri? O silahlar kime, niye dağıtıldı, açıklayacaksın.

Komisyonda “ByLock’çu vekilleri de konuşalım.” dediğini sizler de duydunuz. Fetullahçı çetenin geçmişte iktidar ve suç ortağınız olduğu malum. Hâliyle, byLock’çu vekillerin muhalefet sıralarından değil, AKP sıralarından çıkması kuvvetle muhtemel.

İsim vermeden AKP İzmir İl Başkan Yardımcısı Ahmet Kurtuluş’un öldürülmesinden bahsetti.

Kimdir Ahmet Kurtuluş? Eski bir vekilinizin de adının karıştığı, FETÖ borsası soruşturmasının itirafçısı.

Bakan kendi çalıp söylediği televizyon programlarından birinde “Azdan az, çoktan çok gider.” dedi.

Bu sözleri en sık kullananın Erdoğan olduğunu akılda tutarsanız sevgili Bakanınızın kimi tehdit ettiği de ortaya çıkıyor. Zaten bu tehditle amacının hasıl olduğu, hâlâ “Bakan” sıfatıyla şurada oturmasından belli. Zira, güce sahip olanla o güce biat edenlerin menfaatleri arasındaki denge bozulursa savaş da kaçınılmaz oluyor ve haysiyetten yoksunlaşanın kötülüğünün de sınırı olmuyor. Mevlâna böylelerine şöyle seslenir: “Ey zulümle kuyu kazan, kendi kuyunu kazıyorsun, bari boyunca kaz.” Böyle gelmiş olabilir ama böyle gitmez, gitmeyecek ve o gün geldiğinde sadece yaptıklarınızın ve konuştuklarınızın değil, yapmadıklarınızın ve sustuklarınızın da hesabını vereceksiniz.

Doğrunun yanında duramıyor olabilirsiniz ancak yanlışın, yalanın, riyanın, suçun ve suçlunun yanında durmayın çünkü hakikati söyleyerek haklı olmanın gücü, iktidara tapınmanın gücünden daha uzun sürer.”