Bitkilerin Profesörü Aysun Bay Karabulut, Ramazan ayında oruç tutmak ve Ramazan ayının sevincini yaşamanın herkese iyi geldiğini belirterek sağlıklı beslenme tavsiyelerinde bulundu.
Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut, Ramazan orucunu tutarken son derece dikkatli bir şekilde tutmalı ve sağlıklı beslenmeye dikkat edilmesi gerektiğini belirterek, “Açlık sürecini iyi organize etmeli, iftar ve sahur sofralarında irademizi elden bırakmayarak özellikle de neşeli aile ve dost kalabalığında kantarın topuzunu kaçırmamalıyız. Orucu doğru bir şekilde tuttuğumuz takdirde Ramazan ayının bir yandan ruhumuza şifa verirken diğer yandan da bedenimize sağlık getireceğini ve bizi dinlendireceğini bilmeliyiz. Aksi halde yalnızca kalitesiz zamanlar geçirmekle kalmayız, aynı zamanda hem beklenmedik bir şekilde kilo alabiliriz hem de sağlığımıza zarar verebiliriz” ifadelerine yer verdi.
Bu açıklamasının herhangi bir diyet listesi içermediğini de belirten Karabulut, “Yani özel olarak ne yiyip ne yemememiz gerektiği üzerinde durmayacağız. İşin doğrusu böyle bir liste her insanın kendi özel sağlık durumuna, fizyolojisine, yaşına, genetik haritasına ve atalarından miras aldığı kronik potansiyeline ya da vücudunun besinlere verdiği reaksiyonlara göre değişecektir” dedi.
Anahtar kelime: Denge
Prof. Dr. Karabulut, dengenin anahtar kelimeleri olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
“Ramazan ayında oruç tutan bireylerin önemli bir bölümünün uzun süreli açlık nedeniyle bedenlerinin verdiği duyusal ve hatta dikkate değer ölçüde duygusal tepkilerle hareket ettikleri, dengeyi ve yeme iradelerini yitirerek olağandan hem fazla hem de daha sağlıksız beslendiklerini biliyoruz. Mücadele etmemiz gereken şey bu türden bir denge sorunu ve bunu aşmak hiç de zor değil. Öncelikle gün boyu harcadığımız kalori miktarının üzerinde kalori almamaya özen göstererek ve daha da önemlisi vücudumuzun verdiği anlık tepkilere yenik düşerek ‘beslenme’ ile ‘yeme keyfi’ arasındaki farkı unutmayarak dengemizi koruyabiliriz. Sağlıklı bir Ramazan geçirmenin anahtarı tam da burada.”
Sahur ve açlık endişesi
"Gecenin bir yarısı uykudan uyandığımızda, elbette bilincimizin böyle bir zaman diliminde farklı çalışması (gündelik yaşamın ayrıntıları ile henüz temas etmediği için önemli ölçüde berrak olması) dolayısıyla yiyeceklerle aramızdaki ilişkinin nispeten daha rasyonel ve biraz da çıkar ilişkisi şeklinde işlediğini söyleyelim" diyerek sözlerine devam eden Prof. Dr. Karabulut, "Bir başka ifadeyle, sahur için yemek masasının başına geçtiğimizde, içimizde gün boyu yemek yemeyeceğimiz duygusu çok canlı olacaktır ve bu duygunun bizi ’gün içerisinde açlığa dayanabilmek için depoyu olabildiğince doldurayım’ endişesine sevk etmesi çok muhtemeldir. Fakat bu çok yersiz bir endişedir, çünkü insanın çok az miktarda yiyecekle gereksinim duyduğu enerjiyi sağlayabilecek olması bir yana, günler boyunca hiçbir şey yemeden bile yaşayabilecek bir bedensel potansiyele sahip olduğunu biliyoruz. Yani gün içerisinde yaşayacağımız hiçbir açlık, bizi dayanılmaz acılara sürükleyebilecek ve öldürebilecek kadar güçlü değil, öncelikle bunu temel bir ilke olarak aklımıza yazalım. Çok yemek açlığa daha uzun ve rahat bir şekilde tahammül edebilmek anlamına gelmiyor. Aksine mideye haddinden fazla yük bindirmek, işlevlerini icra ederken zorlanmasına neden olmak ve nihayetinde fiziksel açıdan kalitesiz saatler geçirmek demek oluyor. Bu bakımdan sahur sofrasında önceliğimiz açlığa daha dayanıklı olunacağı yanılsaması ile daha fazla yiyecek tüketmek değil, besin değeri yüksek ve mideyi rahatsız etmeyecek yiyecekleri tercih etmek olmalı” şeklinde konuştu.
Yeterli miktarda su içmenin de önemine değinen Prof. Dr. Karabulut, “Mideyi olabildiğince yiyecek ile doldurarak kıvranmak yerine bol su da içerek rahat ve hafif bir sahur yapmak hem kolay bir oruç tutmamızı sağlayacak hem de güç içerisinde daha kaliteli zaman geçirmemize katkı sunacaktır. Sahuru bu şekilde yapmak görece kolay da sayılabilir. Çünkü sahur vaktinde insan yemeğe iftar sofrasında olduğu gibi de odaklanmayacak, akşamdan beri midesinde bir çeşit besin trafiği olduğu için yiyeceklere iftar sofrasında olduğu kadar iştahlı da olmayacaktır” diye konuştu.
İftar sofrasının dayanılmaz çekiciliği
Gün boyu süren açlığın ve dengesi sarsılan kan şekerinin ardından oturulan iftar sofrasında daha dengeli beslenilmesi gerektiğini de dile getiren Karabulut, “Eğer dengeli olmazsak, gereğinden fazla yemek yememiz büyük olasılık ve psikolojik olarak özellikle de iftar saatinden sonraki ilk yarım saatte irademizi kontrol edebilmemiz gerekiyor. Bir kere şunu hep aklımızda tutalım. Lezzetli bir yiyecekten üç kaşık yemek ile otuz kaşık yemek arasında alacağımız haz bakımından pek bir fark yok. Bir dilim baklavanın verdiği lezzet ile bir tabak baklavanın vereceği lezzet arasında mahiyet farkı bulunmuyor, ikincisinin fazladan getireceği tek şey ağırlık ve mide rahatsızlığı. Orta vadede ise gereksiz kilolar. Eğer bu mantığı mihenk noktası edinmeyi başarabilirsek işimiz kolay. Hem iftarımızdan büyük bir keyif alacağız, hem de yemeyi gerçek bir sağlık şölenine dönüştürebileceğiz” dedi.
İnsanların kendilerini bu şekilde psikolojik olarak iftar yemeğine hazırlaması gerektiğini ifade eden Bitkilerin Profesörü, “Orucumuzu örneğin su ya da bir hurma ile açtıktan sonra çorba ile yemeğe başlayabiliriz. Gün boyu sakin ve telaşlı bir şekilde bekleyen midemiz kendisini cezalandırmak gibi bir düşüncemiz olmadığını anlasın ve yiyeceklere merhaba desin. Çorbadan sonra biraz ara vermek en iyisi. Yerimizden kalkıp oturma odasına geçebilir, bu sırada bir süre televizyondaki iftar programını da izleyebiliriz. Midemiz biraz sakinleşti, ana yemeğe artık hazırız. Ağır ağır çiğneyeceğimiz bir porsiyon sebzeli et yemeği, belki birkaç kaşık bulgur pilavı, mevsim salata ya da yoğurt gayet yerinde bir tercih. Sonra biraz daha ara ve ilerleyen saatlerde ölçüyü kaçırmamak kaydıyla taze meyve, hatta belki küçük bir porsiyon sütlü tatlı (güllaç) da olabilir. Bu arada bol bol su içmeyi de ihmal etmememiz, şerbetli tatlılardan ve haddinden fazla yağlı şeylerden uzak durmamız gerektiğini belirtmeye sanırım gerek yoktur. Çok mu canımız çekti? Tamam, belki küçük bir dilim olabilir, ama fazlası gereksiz. Ne fazladan bir lezzet, ne de ayrıca bir gıda verecek çünkü. Mümkünse ekmek de yemeyelim. Mutlaka yememiz gerekiyorsa bir dilim tam buğday ekmeği işimizi görür. Evet, şimdi gönül rahatlığıyla çayımızı içebilir (bitki çayı da harika gider bu arada), kahvemizi keyifle yudumlayabilir, evimizin çevresinde kısa bir yürüyüşe çıkabilir veya Teravih namazına katılmak için camiinin yolunu tutabiliriz. Günü kazasız bir şekilde tamamlamak gibisi var mı?” ifadelerine yer verdi.